ESNEK BİR DÜŞÜNCE SİSTEMİ İLE BEDENİNİZDEKİ GERİLİMLER AZALIR, KASLARINIZ, EKLEMLERİNİZ, OMURGANIZDAKİ AĞRILAR DA ORTADAN KALKAR

30 Eylül 2008 Salı

KENDİMİZLE BAŞBAŞA KALABİLMEK




Son yazımdaki, "kendimizle başbaşa kalıp tartışmak" tümcesi pek çoğunuzun oldukça ilgisini çekmiş olacak ki gelen maillerin çoğunda buna değiniyorsunuz.

Evet, arkadaşlar bunun zorluğunu biliyorum.
Ne yazık ki kendimiz dışındaki herşeyle, a dan z ye kadar ilgilenmeye o kadar alışmışız ki...

Kendimizle konuşmak, zihnimizde olan bitenleri fark etmeye çalışmak pek kolay görünmüyor insanın gözüne.
Pek çoğumuz da kendi sorumluluğunu para karşılığında birilerine devretmişiz.

Elbette, her şeye tek başımıza gücümüz yetmez. Bu nedenle gerektiği zaman mutlaka bir uzmana baş vuracağız. Ama şunu unutmayalım ki, herhangi bir şikayetiniz için bir doktora başvurduğunuzda, doktorun da ilk hareket noktası sizin, rahatsızlığınız hakkında vereceğiniz bilgilerdir.
Tıp dilinde buna anamnez ( hastanın, hastalığı ile ilgili hikayesi) denir.

Buradan da anlaşılacağı gibi eğer bizler gerektiği kadar kendimizle ilgilenmez, rahatsızlığımız hakkında fikir sahibi olamazsak doktorlar da tek başlarına bunun üstesinden gelmekte bir hayli zorlanırlar.

Gene gelen maillerinizde, kendi kendimizle kalmak konusunda benden bazı öneriler bekliyorsunuz.
Şunu yinelememde yarar var ben bir tıp uzmanı değilim. Sadece, olabildiği kadar her konuyu etraflıca gözden geçirip, her sorunun en az bir kaç hal yolunu araştırma peşinde olan bir kişiyim.

Bunu göz önüne alarak size çok basit bir öneride bulunabilirim;

Yazmak...

Evet, hani küçüklüğümüzde olduğu gibi bir günlük tutmak belki... Belki sadece kafamızı kurcalayan konulardaki görüşlerimizi yazmak .

Yazarak düşünmek çok daha kolaydır.

Zihnimiz istemdışı olarak çok hızlı çalışır. Onun hızına yetişmek mümkün değildir. Bir şeye tüm dikkatinizi verdiğinizi sandığınız anda bile saniyenin binde biri kadar bir zaman içinde zihninizden bir çok şey geçebilir. Zihnimizin bu hızını yavaşlatabilmenin ( bir ölçüde tabi) en kolay yolu yazarak düşünmektir. Yazma hızınız hiç bir zaman düşünme hızınıza yetişemeyeceğine göre düşünceleriniz yazma hızınıza uymak zorunda kalacaktır.

Deneyin. İşe yaradığını göreceksiniz...


Sağlıcakla...

YAŞAM ŞEKLİMİZE YÖNELİK DEĞİŞİMLER NE ZAMAN GERÇEKLEŞİR




Sevgili arkadaşlar,

Hepimiz zaman zaman yaşamımızda bazı değişikliklere gereksinim duyarız.

Örneğin, yeni bir yabancı dil öğrenmek, başka bir yere yerleşmek, kilo vermek, vb...

Eminim ki hepiniz bir dönem bu veya benzeri değişimlere gereksinim duymuşsunuzdur ama bazen ne kadar istesek de bir türlü bu değişimi başaramayız...
Bunun nedenini hiç merak ettiniz mi?

Günümüzün hızlı yaşam koşullarının en büyük etkilerinden biri de bizi, kendimize yabancılaştırması ne yazık ki.
Bu tür bir değişiklik aklımıza geldiğinde, bu gereksinimin ne kadar bize ait bir istek olduğundan emin miyiz acaba?

Çoğunlukla değiliz. Dediğim gibi o kadar hızlı yaşıyoruz ki, aklımıza geliveren bu tip isteklerin gerçekten bize mi ait yoksa çevrenin dayatmasımı olduğunun ayırdına varmadan bu değişimler gerçekleşmeyecektir.

Böyle bir istek aklınıza geldiğinde lütfen, öncelikle kendinize zaman tanıyın ve bunu gerçekten istiyormusunuz yoksa size dayatılıyor mu bunu belirlemeye çalışın.

Bunun yanıtını kesin olarak vermeden o değişimle ilgili hiç bir çabaya girişmeyin.

Belki aklınıza gelen değişim, sigarayı bırakmak gibi sizin için çok yararlı olacaktır. Ama eğer gerçekten istemiyorsanız ve bu sadece çevrenizden gelen bir dayatma ise ne kadar çaba harcarsanız harcayın başarılı olamazsınız.

Somut, kalıcı bir değişim istiyorsanız önce zhninize danışın...
Bakalım o gerçekten böyle bir değişime istekli mi?
Özellikle sağlığınız açısından gerekli olan değişimlerin gerekliliğine zihninizi ikna edin öncelikle.
İnanın ki sonrası gelecektir.
Zihnen ikna olmadığımız ( bunu fark edebilmek için kendimize zaman tanımamız ve bir süre kendimizle bunu tartışmalıyız) hiç bir değişim kalıcı ve yararlı olamaz...

Hepinize sağlıklı günler dilerim...

29 Eylül 2008 Pazartesi

MUTLU BAYRAMLAR




Bayram tebrikleri ve benzeri kutlamaların klişe haline gelmiş mesajlarla geçiştirilmesi oldum olası hoşuma gitmez.
Bu klişelerde duygu yoktur çünkü...

Kutlama yapan kişi gerçekten ağzından dökülen kutlama sözcüklerine inanmakta mıdır? Yoksa yasak savarcasına mı dökülmektedir o sözcükler?

Yazımın başlığını görünce, bu fikrimle çeliştiğimi düşünebilirsiniz ...

Hayır bunu özellikle böyle yazdım :)

Ne olur duygularımızı, düşüncelerimizi klişelerin arkasına saklanmadan, içimizden geldiği gibi ifade edelim...

Bu çabamız hem bizim samimiyetimizin herkes tarafından hissedilmesini sağlar hem de beynimizdeki hücrelerin parlaklığını korur...


BAYRAMINIZ VE BAYRAM DIŞINDAKİ TÜM GÜNLERİNİZİN DE UMUT, NEŞE DOLU, COŞKULU, AYDINLIK OLMASINI DİLİYORUM...

28 Eylül 2008 Pazar

SADECE HAREKETLE KİLO VERİLMEZ -2-




Değerli arkadaşlar bu gün aldığım bir kaç mailde, bir önceki yazıma atıfla, kilo vermekte hareketli olmanın çok yararlı olduğu görüşü savunuluyor.
Evet, haklısınız.
Düzenli yapılan egzersizlerin kasların yapısını güçlendirdiği ve güçlü hale gelen kasların , hareketsizlik anında dahi daha çok kalori yaktığı doğrudur.

Bu durum metabolizmamızın hızlanmasında bir ölçüde yarar sağlar. Ama benim bir önceki yazımda anlatmak istediğim, alınan ve harcanan kalorilerin dengesi bulunmadan, sadece egzersiz yaparak kilo vermenin mümkün olmadığı idi...

Hepinize dengeli, sağlıklı güzel günler...


27 Eylül 2008 Cumartesi

SADECE HAREKETLE KİLO VERİLMEZ




Sevgili arkadaşlar,

Benden ısrarla zayıflamak için hareket önerisi istiyorsunuz.
Bakın en iyisi buna bir nokta koyalım. Çünkü sadece hareket ederek zayıflamak mümkün değildir.

Günümüzde ne yazık ki zayıflamak veya zayıf olmak bir moda olarak sunuluyor. Beraberinde de ciddi bir sektör oluşturuluyor.

Ben zayıf olmak sözü yerine sağlıklı kiloda olmayı kullanmayı tercih ediyorum.

Hareket ederek kaslarınızı geliştirebilir, eklemlerinizin esnekliğini koruyabilirsiniz. Aynı zamanda dolaşım, sinir, boşaltım, kardiyovasküler, sistemlerinizin sağlıklı çalışmasını sağlıyabilirsiniz.
Ama burada hareket ten kastım, kesinlikle moda uğruna, haftanın bir kaç günü bir kaç saat spor yapmak değildir. Pek çok arkadaşım bu konuda benimle aynı fikirde değil, biliyorum. Onların deyişiyle " aman yapsınlar da ne yaparlarsa yapsınlar" . Ben kesinlikle bu görüşe katılmıyorum. Her zaman doğru olanın uygulanmasından yanayım.

Küçük bir noktayı gözden kaçırmamanızı rica ediyorum. Şu anki kilonuzun bir üzerine çıktığınızı fark ettiğiniz anda önlem almalısınız. Unutmayın ki kilolar birer birer alınıyor. Hiç kimse bir sabah uyandığında 20 kilo almış olarak güne başlamıyor.
Yılda sadece bir kilo bile alsanız ( ki fark edilmez bile), on yılda on kilo fazlanız olacaktır.

Benim burada sizlere vereceğim hareketler sadece dolaşım sisteminizi canlı tutmak ve kaslarınızın sürekli durağan kalmasına bağlı sertleşmelerini önlemek amaçlıdır...

Hepinize sağlıklı günler dilerim...

26 Eylül 2008 Cuma

MERHABALAR



Sevgili arkadaşlar,

Lütfen acele etmeyin :)

Maillerinizde, hareketler konusuna çok daha ağırlık vermemi istiyorsunuz.

Öncelikle ilginize teşekkür ederim.
Bir kaç basit hareketi daha ekleyeceğim. Ama şunu özellikle belirtmek isterim ki, vereceğim hareketleri çok basit düzeyde tutmak zorundayım. Çünkü biraz daha ileri düzeydeki hareketleri mutlaka bir eğitmen gözetiminde yapmak gerek. Herhangi bir sıkıntı yaşamamak için bu çok önemli...
Yarın görüşmek üzere...

TÜM SİSTEMLERİMİZİ BİRBİRİ İLE BAĞLAYAN DOLAŞIM SİSTEMİMİZ




Tekrar merhabalar,

Bir önceki yazımda, bedenimizin, mükemmel bir sistemler bütünü olduğunu söylemiştim.

Bu sistemlerin bir ortak yanları, daha doğrusu bu sistemlerin birbirleri ile bağlantısını sağlayan ise dolaşım sistemimizdir.
Tüm hücrelerimizin beslenmeleri ve atıklarının temizlenmek üzere taşınması işini bu dolaşım sistemimiz yapmaktadır.

Buradan da anlıyoruz ki, düzgün bir dolaşım sistemi tüm hücrelerimizin beslenmesi ve atıklardan kurtulması açısından çok önemlidir.

Kanın içinde dolaştığı damarlarımızın sağlığı da bu dolaşımın düzgün çalışması açısından çok önemlidir.
Şimdi sizlere burada uzun uzun biyoloji dersi vermeyeceğim. Ancak günlük yaşamımız içinde bu sistemimizi nasıl sekteye uğratıyoruz, bunu örneklerle anlatmaya çalışacağım ve bundan nasıl kurtulabiliriz konusunda bir kaç örnek vereceğim.

Öncelikle hep üzerinde ısrarla durduğum hareketsizliğin zararlarına burada da değinmek istiyorum.
Kalbimiz kanı damarlarımıza pompalıyor. Yer çekiminin etkisini de hesaba katarsak, damarlarımızdaki kanın aşağıya doğru gitmesi pek zor değil. Peki, damarlarımızdaki kan aşağıdan yukarıya, yani ayaklarımızdan kalbimize doğru nasıl çıkıyor?

İşte sorun burada. Damarlarımız daralıp gevşeyerek kanın içeriden rahatça geçmesini ve organlara dağılmalarını sağlıyor.
Ancak hareketsiz yaşam, damarlarımızın bu kasılma ve gevşeme niteliği üzerinde çok zararlı etki yapıyor. Yavaşlayan kan dolaşımında kan, damarlar içinde pıhtılaşma eğilimi gösterir.
Bunun en çarpıcı örneği, çok uzun uçak yolculuklarında görülen, halk arasında da pıhtı atması olarak nitelenen, hareketsizlikten dolayı damarlar içinde oluşan pıhtiların kalp veya beyine giderek zarar vermesidir.

Dediğim gibi burada tıbbi bilgileri çok fazla ayrıntılandırmayacağım. Arzu edenler, bu konuda daha geniş araştırma yapabilirler.
Ancak şunu özellikle belirtmek istiyorum ki, işiniz sürekli oturmanızı veya sabit şekilde ayakta durmanızı gerektiriyorsa da, mutlaka bir saat ara ile bedeninizi germe hareketleri yapmalısınız.

Yapacağınız bu basit hareketlerle kan dolaşımınızı sağlıklı bir şeklde sürmesine yardımcı olursunuz.

Bir kaç basit hareketi aşağıda göreceksiniz.

1. HAREKET

Sandalyenizde, sırtınızı dayamadan, dizleriniz doksan derecelik bir açı yapacak şekilde oturun.
Elleriniz dizlerinizin üzerinde olsun. Hafifçe dizlerinize bastırın, bu arada topuklarınızı kaldırın. bir kaç saniye bu durumda kalın ve başa dönün. Daha sonra gene dizlerinize bastırın bu sefer aynı anda, ayak parmaklarınızı kaldırın ( topuklarınız yerde) gene bir kaç saniye durun ve başa dönün.

2. HAREKET

gene aynı şekilde oturun. Bu sefer bacaklarınız biraz daha açık olsun. Çok yavaş bir şekilde başınızdan başlayarak omurganızı yuvarlayarak öne doğru eğilin. En son noktada ellerinizle yere tutunun. Bu durumda çenenizi kaldırmaya çalışn. Bir kaç saniye bekledikten sonra başa dönün. Gene yavaşça ve omurganızı yuvarlayarak...

Bir sonraki yazımda bu hareketleri sürdüreceğim.
Şimdilik hepiniz sağlıcakla kalın...



24 Eylül 2008 Çarşamba

BEDENİMİZDEKİ TÜM SİSTEMLER BİR BÜTÜNDÜR




Tekrar merhabalar,

Bedensel ve düşünsel esneklik programını sizlerle paylaşmayı sürdürüyorum.

Şimdiye kadar düşünsel esneklik üzerinde yoğunlaştık. Bunu sürdüreceğim ama biraz da hareket ile ilgili bir kaç bilgi aktarmak istiyorum.

Her şeyden önce şu noktayı çok iyi bir şekilde anlamalı ve kabul etmeliyiz ki, bedenimiz ruhumuzla bir bütündür. Bedenimizdeki tüm sistemler birbirlerini etkiler, yönlendirir, birbirleri için sürekli çalışmak zorundadırlar.
Sistemlerimizdeki her hangi bir aksaklık, diğer sistemlerimizi de etkiler. Bu aksaklık uzun süre olduğunda ise, hiç aklımıza gelmeyen sonuçlarla karşılaşırız.

Buna küçük ama çarpıcı bir örnek vermek isterim; günümüzün hatta çağımızın en sinsi hastalığı depresyona yakalanmış kişiler, eğer uygun tedavi görmezler ise, uzun sürede solunum yetmezliğiyle karşılaşmaları hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
Çünkü, depresyonda olan kişiler, bu rahatsızlığın sonucu olarak
1-Duruşları değişir. Daha kambur ( sanki saklanmak istercesine) dururlar.
Bu duruş göğüs kafesimizin solunum sırasında genişleyip daralma hareketini sağlayan kasların giderek zayıflamasına yol açar.
2- Giderek sosyal faaliyetlerden uzaklaştıkları için çok daha az hareket eder hale gelirler.
Bununla da hareketleri giderek azalır buna bağlı olarak da kalp atım hızları düşer, solunum sayıları giderek düşer.
Benzeri bir kaç değişim daha sayılabilir ama sadece bu iki şıkla bile, depresyon hastalarının, tedavi görmedikleri halde uzun vadede yaşamaları olası solunum yetersizliğini anlamamıza yeter sanırım..

Dolayısıyla bir sistemimizdeki herhangi bir rahatsızlık, diğer sistemlerimizde de hiç aklımıza gelmeyen hastalıklara neden olabilir.
Bu nedenle, günümüzde moda (!) olarak yapılan spor faaliyetleriyle sağlığımızı koruduğumuzu sanmak büyük bir yanılgıdır.
önemli olan sürekli olarak tüm sistemlerimizi koruyacak şekilde bir yaşam tarzını benimsemektir...
Bir sonraki yazımda sizlere çok basit bir kaç hareket ile hareket sistemimizi ve buna bağlı olarak kas, iskelet, kalp, solunum sistemlerimizi nasıl daha canlı ve sağlıklı tutabileceğimizi örneklerle anlatacağım...
Şimdilik hepiniz sağlıcakla kalın...

SANDIĞIMIZ KADAR BÜYÜK MÜYÜZ?






Evet arkadaşlar, öncelikle mailleriniz için çok teşekkürler.

Pek çoğunuz, varmak istediğim noktayı çok güzel yakalamışsınız. Fakat özellikle gelen maillerden bir tanesindeki bir kaç satırı sizinle paylaşmak istiyorum;

N.P mailinin bir kısmında aynen şöyle söylemiş: ..... "bu güne kadar, insanın doğayı denetimi altına alabileceğine inanalardandım. Ancak bu fotoğrafı görünce, önce küçük çapta bir kafa karışıklığı yaşadım. Daha sonra ise dediğiniz gibi fotoğrafı büyüterek tekrar baktım. Bu da yetmedi, dünyayı uzaydan gösteren bir kaç fotoğraf daha bulup onlara da uzun uzun baktım.Bu gördüğüm fotoğraflar içindeki yer yüzü katmanlarının kaç milyon yılda oluştuğunu düşündüm. Ve sonuçta artık doğayı denetim altına alma çabasının ne kadar saçma, ne kadar komik olduğuna inandım ve vaz geçtim. Şimdi ise tek çabam doğadaki yerimi ve görevlerimi anlamaya çalışıp, doğayı denetlemek yerine onun içinde, onunla uyumla yaşamaya çalışmak olacaktır.
benim gibi en azından bir kaç kişinin de bu konuda gözümüzü açtığınız için size sonsuz teşekkürler"

Evet arkadaşlar, bir kaç tane bitkinin genlerini karıştırıp yepyeni (!) bir mahsul elde etmekle sadece kendimizi kandırıyoruz. Ve en acıklısı da doğaya çok ciddi zararlar veriyoruz.

Siz de Sayın N.P gibi lütfen bir dünya görüntüsünü uzun uzun inceleyin. O koskoca yer yüzünün içinde, önce bulunduğunuz ülkeyi, daha sonra, yaşadığınız şehri, daha sonra mahallenizi, evinizi odanızı ve kendinizi görmeye gayret edin.
Ne kadar zor hatta imkansız değil mi?

İşte, doğayı denetimi alma iddiasında olan insanoğlu bu kadar küçük.
Diyebilirsiniz ki " evet küçüğüz ama, aklımız ve aklımızla geliştirdiğimiz teknolojiyle bunu başarabiliriz"

Hayır dostlar, hayır... bu boşa bir çabadır.
Bunun yerine, doğayı anlamaya çalışmak, onun eşsiz dengesi ile uyum içinde yaşamaya çalışmak en doğru yoldur.
Çünkü, yapılacak bir hatanın geri dönüşü yoktur. Burası bir sınıf değil ki, yaptığınız hatadan sadece notunuz kırılsın. Yapılan bir hata gelecek nesillerin yaşam ortamlarını tehlikeye sokmaktan başka hiç bir sonuç vermez...

Tekrar buluşuncaya dek hepinize doğa ile uyumlu, sağlıklı günler dilerim...

15 Eylül 2008 Pazartesi

BİR SORU...


Tekrar merhaba arkadaşlar...

Bu sefer sizlerden bir ricam olacak.




Sizden ricam bu resime iyice bakın, (
Yok, hayır yanıldınız. Size fotoğraftaki hatayı sormayacağım. :) )hatta kendinizi oradaki kişinin yerine koyun ve neler hissettiğinizi bir düşünün lütfen.

(İsterseniz resmin üzerine tıklayıp daha büyük olarak görebilirsiniz)

Bir sonraki yazımda bunu beraberce konuşacağız.
Eğer isterseniz yorumlarınızı yazının altına da ekleyebilirsiniz.

Şimdilik hepiniz sağlıcakla kalın...

10 Eylül 2008 Çarşamba

FİKİR ÜRETMEK






Tekrar merhabalar,

Dün gelen ilginç bir mailden kısa bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum; gönderen kişi diyor ki

" .....blogunuz çok güzel. Yazılarınızı da dikkat ve ilgiyle izliyorum. Bir gün yazmasanız da azıcık kızıyorum. bazen soru sormak veya görüşlerimi paylaşmak geliyor içimden ama bunu yorum olarak yazarsam sanki blogunuzun sihiri bozulacak gibi geliyor. O yüzden ben de şimdi olduğu gibi maille bildiriyorum..."

Bu değerli arkadaşa yanıt verdim ama bu yanıtın bir kısmını sizlerle de paylaşmakta yarar görüyorum.

Öncelikle kendisine duyarlılığı için çok teşekkür ettim ve ayrıca şunu ekledim; " görüntüler, şekiller hiç bir zaman içeriğin yerini tutamaz. Çok allı pullu veya gerçekten teknoloji harikası bir site yapmak mümkündür. Bunları birer saygınlık göstergesi olarak algılamak bizi yanlış yönlendirir. Nasıl her çok şık ve pahallı giysiler içindeki kişiler aynı saygınlık düzeyinde değillerse, makam, yer, bunun gibi siteler de aynıdır. Bu nedenler buraya / konu ile ilgili/ yazacağınız yorumlar, asla buranın (size göre) güzelliğini bozmayacaktır. Hiç bir yer erişilmez değildir."

Evet dostlar, hepimizin bir diğerinden öğrenebileceğimiz o kadar çok bilgi var ki. Yeterki bu bilgileri kendi mantık süzgecimizden geçirerek, önce kendimize mal edelim ve sonra da bu bilgiden fikir üretelim.


Çevremde çok sık rastladığım bir özellik; Pek çok kişinin aslında bilgi yoksunu değil fikir üretme ve uygulama tembelliği içinde olması.
Bu konuda atacağımız her bir adım hem kendimiz hem de çevremiz / kimbilir belki dünyamız için/ çok yararlı olabilir...

Her yeni fikir aynen yukarıdaki resimdeki gibi yok olmuş sandığımız bir ağaç gövdesinden yeşeren küçücük ve taptaze bir sürgündür.


Hepinize sağlıklar, iyilikler...

9 Eylül 2008 Salı

DOĞAL DÖNGÜ


Sevgili arkadaşlar,

Sizlerden , insan doğası ve doğadaki insan faktörü ile ilgili çok sayıda mail alıyorum.
Bir sonraki yazımda bu konUya değineceğim.
Her birinize tek tek yazmaktansa böyle bir uygulamanın daha yararlı olacağını düşünüyorum...

Şimdilik size, son zamanlarda duyduğum ve çok hoşuma giden bir söylemi aktarayım;

"DOĞADAN TEK BİR YAPRAĞI KOPARTSANIZ, DOĞANIN DENGESİNİ BOZARSINIZ. AMA BİR İNSANI DOĞADAN AYIRSANIZ, BÜYÜK OLASILIKLA DOĞANIN DENGESİ DÜZELİR"
:)

Şaka bir yana, bence hiç kimseyi doğadan ayırmayalım, tam tersine doğadaki her canlının yaşamlarını sürdürebilmek için birbirlerine ihtiyaçları olduğunu her /insana/ anlatmanın bir yolunu bulalım...

İnsana dedim, çünkü sadece biz insanlar farkında değiliz bunun ne yazık ki...

6 Eylül 2008 Cumartesi

STRES

Merhabalar,


Bu sefer, sizlerle stresin bedenimizde yaptığı hasarları konuşmak istiyorum
Tribünlerde oturmak veya bizzat sahaya inmek arasındaki farkı da bu arada gözden geçirmiş olacağız
Stresin çok basit olarak açıklamasını şöyle yapabiliriz;
Herhangi bir zorlukla karşılaştığımızda, örn: hava alanına yetişmemiz gerek ama trafik kilitlenmiş durumda. Bu durumdayken, bedenimizde stres hormonları salgılanmaya başlıyor.
Ve anında, böbrek üstü bezlerimizden salgılanan adrenalin hormonu devreye girerek, bizi olduğumuzdan daha güçlü kılıyor ve durumla savaşmaya hazırlıyor.


Eğer sapacak bir yol bulabilir de trafikten kurtulabilirsek, anında bu salınan hormonlar geri çekiliyor ve yaşamış olduğumuz olay, üzerimizde hiçbir iz bırakmadan zihnimizden siliniyor.
Oysaki, bu sıkışıklığa tam da köprünün üzerinde yakalandıysak durum çok daha farklı oluyor.
Bedenimiz gene durumum üstesinden gelmemiz için adrenalin salgılıyor. Fakat yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığını görüyoruz.
Sapacak başka bir yol yok. Zorunlu olarak beklemek zorunda kalıyoruz.


İşte arkadaşlar bu strestir.


Çünkü bedenimiz karşılaştığı zorlukla savaşmak için müthiş güç kaynaklarını devreye sokmuştur
bazen farkında olmadan manevi veya fiziksel engeller yüzünden bu kaynakları kullanamayız
Kısacası / değim yerindeyse/ bu aşırı enerji içimizde patlar.
İşte bizleri hasta eden budur.


Bedenimizin savaşmak amacıyla ürettiği bu hormonlar ancak gerçekten kaçmak yada savaşmak için fiziksel veya ruhsal olarak bir mücadele içine girersek kullanılarak yok olurlar.
Bu hormonlar içimizde salgılandığı halde kullanılmazlarsa, bu sefer bu hormonlar bizim bedenimizi hasta ederler


Hepimizin içinde bulunduğu sanal alemin, gerçek, birebir ilişkilerle arasındaki farkı hepimiz yaşayarak görüyoruz
Bazen bir şeyleri hissederiz de tam olarak adını koyamayız Bence birçoğumuz bu durumdayız.
Bizlerin diğer kişisel sıkıntıların dışında belki de en büyük stres kaynağımız bu içinde olduğumuz sanal ortamdır.
Bu ortamda ciddi derecede güven sorunu yaşanmaktadır. Pek çok kişi riskleri göze alarak bu ortamda diyaloglar başlatır.
Diyalogların içeriği ne olursa olsun, sadece bu riski göze almak bile ciddi derecede bir gerilim kaynağıdır.


Yalanı İnsan diliyle çok kolay, bedeniyle ise çok zor yalan söyler. beden dilinde de saklamayı herkes yapamaz.
Ağızdan çıkanın yalan olduğunu anlamak için beden dilini iyi okumak gerekiyor. Bir insanın gözünün içine baka baka yalan söylemek zordur.
Bunu herkes yapamaz. Yalan söyleyen birinin belirli bir süre sonra göz temasından kaçtığı, ses tonunda hissedilir ölçüde değişimlerin ortaya çıktığı görülecektir.
Bu nedenle sanal ortamın sosyalleşme aracı olarak kullanılması sağlıklı değildir.
İnsan sosyal bir varlıktır. Doğamız budur. Doğamızın dışına her çıkışımız bizim için bir gerilim kaynağı oluşturur.


Başlangıçta söz ettiğim tribünlerde oturmakla bizzat sahaya inmek arasındaki fark, demin örneklediğim trafik çilesindeki durumumuzla aynıdır.


Bu durumu günümüz şartlarına uyarlayacak olursak, içinde bulunduğumuz stresin kaynağını ve en önemlisi, tribünlerde oturarak kendimizi hasta etmek yerine
Bu enerji birikimini mücadelemiz için kullanmanın yollarını görebiliriz.


Çevremizdeki pek çok kişinin giderek sinirli, saldırgan olduğu hepimizin dikkatini çekiyor.
Bu durumun, stres birikiminin içimizde patlamasıyla ilgili olması çok büyük olasılık.
Stres bozukluğu /stres sonucu ortaya çıkan gücün kullanılamaması/ insanlarda saldırganlık başta olmak üzere dikkat bozukluğuna da neden olur.


Dikkat eksikliği beyin ön bölgesi duyarlılığının bir özelliğidir. Bu bölge ile ilgili diğer özelliklerin etkilenmesi de dikkat eksikliğine eşlik eder.
Dikkat eksikliği olanlar sabırsız olabilirler. İsteklerinin hemen olmasını isterler. Sabır bu bölgenin özelliğidir.
Olmazsa hayal kırıklığına uğrarlar. Tez canlıdırlar. Telaşlıdırlar. Soruna acele çözüm bulup hemen uygulamaya giderler.
İyi düşünmeden karar verirler. Acele verilen kararlardan dolayı başarısızlığa uğrarlar.
Sabırsız ve tez canlı olmaları nedeniyle kurallara uymayabilirler. Sıra beklemek onlar için çok zordur.
Sırada iken itiraz eder, sinirlenirler. Trafik kurallarına uymayabilirler.
Olaylara karşı uygun tepki vermekte zorlanırlar. Aile bireylerine, öğretmene, iş arkadaşlarına ve diğer insanlara uygunsuz sözler söyleyebilirler.
İşlerinde mutsuzluk yaşarlar. Bu yüzden sürekli iş değiştirebilirler. Düşünmeden konuştukları için tepkileri şiddetli olabilir.
Birden öfkelenir genellikle çabuk sakinleşirler. Bazen karşı tarafı rencide edici çıkışlarının hep arkasında inatla dururlar.
Bu yüzden tartışmalar uzar. Güzel bir akşam yemeği, hafta sonu pikniği ya da bir evlilik bu nedenle son bulabilir. Sonradan suçluluk duyarlar.
Zaman zaman bu suçluluk duygusu onlarda akıllarından çıkmayan düşüncelere neden olabilir.
Abartılı konuşabilir, yalan söyleyebilir, çalabilir, gereksiz ve aşırı para harcayabilirler.
Düzensizlik diğer önemli özellikleridir. Odaları, masaları, çantaları, arabaları, tuvalet temizlikleri bu nedenden dolayı nasibini alır.
Gecikme diğer özellikleridir. Çünkü uyanma sorunları vardır.
Biyolojik saatleri bozuktur. Anneleri ya da eşleri tarafından uyandırılırlar. Sabahları sıklıkla yorgun, bitkin kalkarlar.
Okumayı sevmezler. Çünkü okuyabilmek için dikkatli ve sabırlı olmak gerekir.
Bu özellik nedeniyle toplum olarak neden az okuduğumuzun cevabı; dikkat eksikliği olabilir.
Bu bilgiler ışığında hepimizin şöyle bir kendimizi gözlememizde büyük yarar olduğuna inanıyorum
Bizler eğer, ülkemizin geleceğini, bağımsızlığımızı korumak, savunmak gibi uzun süreli büyük bir mücadele içindeysek mutlak bir şekilde birey olarak sağlam olmak zorundayız.
Tek bir kırık tuğla bile koskoca bir duvarın çökmesine neden olabilir.
Bunu hiç unutmayalım.


İnsan bedeni gerçek anlamda bir mükemmel sistemler bütünüdür.
Ancak gene bizler bu sistemlerin çalışmasını sekteye uğratmakta pek başarılıyız (!) doğrusu
Kendimizi bilmeden, bize ait olan bu muhteşem sistemi bilmeden, el yordamıyla yaşamaya çalışmanın hiç doğru olmadığına inanıyorum.
Herhangi bir konuda, bir mücadele içine girdiysek ve de bu mücadelenin uzun vadeli olduğunu biliyorsak, öncelikle sınırlarımızı çok iyi bilmemiz gerekir.
Kişisel olarak insanların yeteneklerinin mutlaka göz önüne alınması da bu konuda çok yararlı bir çalışmadır.
Bu yeteneklerimizi en iyi kendimiz biliriz.
Bir başkasının bunları anlayıp, doğru şekilde yönlendirmesi tabi ki çok güzeldir ve gurur okşar
Ancak kendimiz de bu yeteneklerimize güvenerek, ilk adımı atabilmeliyiz.
Eğer tüm bunları yapmaz, sadece / birilerinden/ bir şeyler beklersek, az önce söz ettiğim patlamanın içimizde olması ve mücadelemiz için gerekli olan / refleks olarak içimizde oluşan/ bu büyük enerjinin kendimize yönelmesi ve bize zarar vermesi kaçınılmazdır.


Hepimiz kişisel sorunların dışında bir de ülke derdine düştük ve bu da üzerimizde ciddi boyutta bir gerilim yarattı
Ve şunu bilelim ki, bu gerilim sonucu oluşan adrenalin yükünü mutlaka boşaltmalıyız.
O yüzden tribünlerden sahaya inmek her şeyden önce sağlıklı olmak açısından son derece önemlidir.
İnsan zihninin çalışma sistemini bilmenin de büyük yararı olduğuna inanıyorum.


Zihnimiz bilincimizin dışında bizleri bazen cezalandırır, bazen de onurlandır.


Kendi kendimize de çoğu zaman stres yaratmakta pek maharetliyiz.
Sürekli olarak olan biteni / olumsuzlukları/tekrarlamak, bunları dost meclislerinde konuşmak, bu konuda yaptığımız en büyük hatadır.


İşte bu tribünde oturmaktır.


Bunun yerine konu ne ise, şikayeti, başkaldırıyı, protestoyu, direk olarak ilgili makama, yere yapmak ise sahaya inmektir


Her şeyden önce / kırık tuğla/ olmamak için, buna çok büyük özen göstermemiz gerekmektedir


Evet arkadaşlar bu sefer sizlere stresin sonuçlarını açıklamaya çalıştım
Artık umut ediyorum ki biraz daha bilinçli olarak yolumuza devam ederiz
Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar
Hepinize sabırla bu satırları okuduğunuz için çok teşekkürler





3 Eylül 2008 Çarşamba

Yeniden merhabalar,

Şu an saat 05.30...
Uykusuz ir gecenin sabahı olmak üzere... Bir kaç şeyi paylaşmak istedim sizlerle...

Biliyormusunuz, insanın gözleri açık olduğu sürece, bilinç altı geri planda kalıyor. Ama gözlerimizi kapattığımız zaman, heleki koku gibi ses gibi diğer uyaranlar da yoksa, bilinç altımız devreye giriveriyor.
Yani anlayacağınız, gözlerimizi kapattığımız zaman aslında gözlerimizi açmış oluyoruz... Nereye mi?
Kendimize, içimize....
Yani hep yapmamız gerekip te bir türlü fırsat bulamadığımız noktaya...