ESNEK BİR DÜŞÜNCE SİSTEMİ İLE BEDENİNİZDEKİ GERİLİMLER AZALIR, KASLARINIZ, EKLEMLERİNİZ, OMURGANIZDAKİ AĞRILAR DA ORTADAN KALKAR

13 Şubat 2013 Çarşamba




Canım annem,
 
1921 yılının soğuk bir Şubat günü, hem de dünya sevgi günü, 14 şubat...
İstanbul Samatya hastanesinde bir bebek, dünyaya merhaba dedi...
Annesi Hanife hanım ve babası Zübeyir bey Üsküp ten göçmüşlerdi İstanbul'a.
Hem de ne göç...
Daha önce çeşitli nedenlerle 7 evlatlarını toprağa vermişlerdi.
Son kızları Nazlı da o göç sırasında kayboldu... Bir daha ondan hiç haber alamadılar.
 

İstanbul'a geldiklerinde, önce bir oğulları dünyaya geldi. İbrahim. Daha sonra 14 Şubatta dünyaya gelen kızlarına, kayıp kızlarının adını çağrıştırdığı için Nazan adını koydular...
 

Nazan'ın gençlik yılları İzmit'te geçti. Okulunun yanı sıra kürek takımına girdi. İzmit gölcük arasını defalarca kürekle geçti.
Tenise de merak sardı. Rakiplerini geçti ve madalyalar aldı.
Sanat O'nun içinde vardı. Önce çello derslerine başladı. Daha sonra gizlice Ankara Devlet Konservatuvarı şan bölümünün sınavlarına girdi ve kazandı... Ama babası bir kızını daha kaybedeceği endişesiyle ne yazık ki Ankara'ya gitmesine izin vermedi... Böylece Konservatuvar deneyimi başlamadan bitti...
 

İzmit'te en güzel anısı (ki son günlerine kadar hiç unutmamıştı... Alzheimer e rağmen) ilkokul yıllarında bir gün Atatürk İzmit'e geliyor. Daha önceden öğretmeni Nazan'a Atatürk'e çiçek sunmak görevini vermişti. 
O gün geldiğinde tren istasyonu hınca hınç doluydu. Herkes ulu önderi görebilmek için adeta bir birini ezecekti. O kalabalık içinde küçücük bir yürek heyecandan titriyordu... Nazan...
Derken tren durdu ve ulu önderimiz Atatürk merdivenlerde göründü.
Nazan yavaş ama çok kararlı, sevgi dolu adımlarla Atatürk'e doğru yürüdü ve elindeki çiçeği sundu...
Atatürk bir an küçük kızın gözlerinin içine baktı ve "sağ ol çocuk" diyerek Nazan'ı alnından öptü...
 

İşte o an ı 80 küsur yıl, alzheimer hastalığı dahi silemedi...
 

Canım annem, evimizdeki Atatürk resmine bakıp bakıp nasıl gözlerin dolar ve tekrar tekrar anlatırdın... Ben de her seferinde ilk kez dinliyormuşum gibi gözlerimden yaşlar süzülerek dinlerdim seni...
 

Canım annemin bu mutlu yıllarından sonra üst üste kötü günler geldi. Önce çok sevdiği babasını iş kazasında kaybetti. Ağabeyi ve annesiyle İstanbul'a taşındılar. 
Daha sonra ağabeyi İbrahim elektrik idaresinin yüzde yüz kusuru yüzünden  o da bir iş kazasında yaşama veda etti.
Anneciği Hanife Hanım, yaşadığı tüm kayıplar, güçlüklerle baş etmişti ama bedeni  o kadar yorulmuştu ki o da fazla kalamadı bu dünyada ve sevdiklerinin yanına gitti.
 

Canım annem bu dünyada tek başına kalmıştı...
Ama her zaman kendime örnek almaya çalıştığım, öylesine bir yaşama gücüne sahipti ki, bu acılar O'nu yaşama karşı büsbütün dirençli yaptı.
Terzilik kurslarına gitti. Sadece bir kaç yıl sonra, dönemin sahne sanatçılarının sahne kostümlerini yapacak kadar ilerlemişti mesleğinde... Ve yıllarca sürdürdü mesleğini...
 

Yıllar yılları kovaladı ve canım Babamla tanıştılar, evlendiler ve önce ağabeyimi, bir buçuk yıl sonra da beni dünyaya getirdi...
Ben ilkokulu bitirip de Ankara devlet konservatuvarına gitmek istediğimi söylediğimde annemin aklından neler geçtiğini tahmin edersiniz değil mi? Ama onlar,Babamla beraber beni Ankara'ya yatılı olarak göndermeye karar verdiler. Tabi anacığım ilk yıllarda neredeyse ayda üç kere yanımda idi...
 

2000 yılında ilk kez alzheimer teşhisi konduğunda Babam ve ben yıkılmıştık. Ama dr. " annenizin başına gelebilecek en iyi hastalık" demişti...
Önce çok kızmıştım doktora ama sonra anladım ne demek istediğini...
Anneciğim artık an ı yaşamaya başlamıştı...
Geriye dönük hiç bir kötü anı artık O'nu etkileyemiyordu...
 

Babacığımın vefatını bile hissetti ama tam olarak kavrayamadı...
 

Ve... bir ağustos günü tüm yitirdiği sevdikleriyle buluşmaya karar verdi ve gitti...
 

Canım annem seni çok ama çok özlüyorum... Bazen yılgınlığa kapılsam da, hemen, "Annem olsa ne yapardı?" diye düşünüyor ve kendimi toparlıyorum... Yani hala benim en büyük desteğimsin... Hatta şu an bana:" hadi kızım kalk artık şu bilgisayarın başından, gözlerin bozulacak" derdin :)
 

Seni çok ama çok seviyorum... 

Not: bu yazıyı özellikle Anneciğimin en sevdiği ve O'na çok yakışan renk olan Pembeyle yazdım...

3 Şubat 2013 Pazar

Böyle mi...?


Yoksa böyle mi...?

Seçim sizin...

Stres, yani gerilim, bağışıklık sistemimizi çökerten ve pek çok hastalığa davetiye çıkartan başlıca etken.

Gerilim aslında yararlı. Çünkü gerilim anında savunma mekanizmamız harekete geçiyor. Kan akışımız hızlanıyor, pek çok hormonlar, başta kortizol hormonu salgılanıyor, kaslar harekete hazır hale geliyor...
Bütün bunlar karşılaştığımız gerilim durumundan "kaç" mamız veya "savaş"mamız için.
Eğer kaçar veya savaşırsak tüm bu sistemde biriken enerji boşalır ve herhangi bir hasar vermez. Bu, stresin olumlu yönü...
Ama eğer kaçamaz veya savaşamazsak işte o zaman tüm bu enerji içimizde birikir, birikir ve sonunda bağışıklık sistemimizi çökertir ve bizi hasta eder.

Daha net açıklayabilmek için bir örnek vereyim; diyelim ki sokakta yürüyorsunuz. Önemli bir randevunuz var ve çok az zamanınız kaldı. Bu durumda stres hali, yani yukarıda söz ettiğim hormonlar, kan akışının hızlanması vb. olaylar gerçekleşir. İşte o anda koşmaya başlayabilirsiniz. Veya daha kestirme bir yol bulup oraya yönelebilirsiniz. Yani bir şeyler yaparsınız.

Oysa aynı durumda diyelim ki Taksim meydanındasınız ( şimdiki feci halinde) ve bir bakıyorsunuz ki gidebileceğiniz her yol kapalı ve hiç bir yere kıpırdayamıyorsunuz. İşte bu durumda gene tüm stres olayları bedeninizde gerçekleşir fakat hiç bir şey yapamazsınız...
İşte zarar veren stres budur...

 Stres her zaman bu kadar net olmayabilir. Küçücük olaylar üstüste birikir. Ama sonuç değişmez...

Peki ne yapmalı?
Öncelikle her zaman üzerinde durduğum düşünsel esnekliği mutlaka içimize yerleştirmeliyiz.
Bunu yapmak için çok küçük olaylarla başlamalı ve kesinlikle sakin zamanlarımızda bu denemeleri yapmalıyız.
Eğer gerçek bir stres anında yapmaya kalkarsak mümkün olmayacaktır. Bu durumda beynimize kazınmış yanlış düşünce kalıpları baskın gelecektir...

Düşünsel esneklik için pek çok örnek yaklaşım blogumdaki diğer yazılarımda var.
İzterseniz bir göz atın...

Sevgiyle, sağlıcakla... t.t