ESNEK BİR DÜŞÜNCE SİSTEMİ İLE BEDENİNİZDEKİ GERİLİMLER AZALIR, KASLARINIZ, EKLEMLERİNİZ, OMURGANIZDAKİ AĞRILAR DA ORTADAN KALKAR

16 Şubat 2014 Pazar

BEDEN DİLİ TUZAĞI



İnsanlarla iletişim kurmak aslında sanıldığı kadar zor değil...
Yeter ki hesap kitap olmasın, kandırmaya meyil olmasın...
O zaman zorlaşıyor iletişim..

Şimdi beden dili uzmanları belirdi, biliyorsunuz...
İnsanlara koçluk yapıyorlar ve beden dilini öğretiyorlar...
Bu bana o kadar komik geliyor ki... ve de acıklı...

Komik, çünkü beden dili denen olgu zaten kendlliğinden ortaya çıkar. Öyle ya, size birisinin sindirim sisteminin çalışmasını öğretmesine ihtiyaç var mı? Ya da böbreklerinizin süzme işlemini öğrenmeye ihtiyacınız...? Bilgi olarak öğrenin de, bilmeseniz de onlar çalışacak...

Acıklı... Çünkü, kandırmaya yönelik bir çaba... aslında ...mış gibi yapmanız öğretiliyor bu çalışmalarda...

İyi, güzel, diyelim ki ...mış gibi yapmayı öğrendiniz. Birisiyle karşı karşıya geldiniz. Durumdan hiç memnun değilsiniz. Ama dayanmak zorundasınız ve sıkıldığınızı belli etmemek zorundasınız. Kollarınızı kavuşturmaz, o kişiye doğru hafifçe eğilir, sözlerinin arasında ufak sorular sorarsınız... vb. Bunlar size öğretilenler...
İyi de bir de karşınızdakine sormalı, bunlara inandı mı?
Yoksa sizin sıkıldığınızı fark etti mi?

Yukarıda saydığım bütün "sıkılmama" hareketlerini tam olarak yapsanız bile karşınızdaki sıkıldığınızı gene anlar...
Çünkü asla, sıkıldığınızda ( ya da yalan söylediğinizde) göz bebeklerinizin büyümesini, dudak ve burun kenarlarınızın hafif de olsa seğirmesine engel olamazsınız...
İşte bu belirtiler karşıdakine aynen ulaşır.
Belki bilinç düzeyinde bunları adlandıramaz ama bilinç altı " bu senden sıkıldı" der...

Kısaca doğru, içten iletişim kurmak istersek hiç zor değil ama işin içine gizleme, saklama, yalan girince zorlaşıyor... Ne kadar gizlemeye çalışsak da yine de karşımızdaki tarafından algılanıyor...

7 Şubat 2014 Cuma

DİK DURABİLMEK- ÖZGÜRLEŞMEK






Dik durmak...
Fizyolojik olarak da, ruhsal olarak da epey zorlanılan bir duruş...
Beden-ruh bütünlüğü açısından bakınca, birisi olmadan öteki olmaz zaten. Oluyorsa da ...mış gibi olur ve kişi kendisini kandırır ancak. Çünkü dışarıdan bakan/gören göz, adını koyamasa bile o, ...mış gibi hali anında hisseder...

Fizyolojik olarak, günlük, sürekli tekrarladığımız hatalı hareketler sonucu omurgamızın deformasyona uğraması ve bu durumu düzeltmekle ilgili günlük, basit alıştırmaları bir sonraki yazıma bırakıyorum.

Şimdi, daha çok ruhsal dik duruşa bir bakalım istiyorum.
Her şey bebekliğimizde nasıl bir çevrede, nasıl etkilerle yetiştiğimize bağlı. Eğer, ensenize vurularak sevildiyseniz (ki, zihniniz bunu “ her enseme vuran beni seviyor” olarak kayda geçirir), sürekli olarak kendi fikirlerinizi söylemeniz engellendiyse, sizin “hayır” demenize sorgusuz sualsiz engel olunup, dikkate alınmadıysa ve bunun gibi çevrenizdeki büyükler(!) tarafından kendiniz olmanız engellendiyse ne yazık ki zihniniz tüm bunları, “ büyük(!) ler hep haklıdır, sana düşen kayıtsız şartsız itaattir” olarak kaydeder.
Bu şartlarda yetişen bir kişinin kendisi olabilmesi, fikirler geliştirip, savunması, yerinde ve gerektiğinde hayır diyebilmesi, kısaca dik durabilmesi mümkün değildir...

Peki, hiç birimiz içinde yetişeceğimiz kişileri, ortamı seçme hakkına sahip olmadığımıza göre ve böylesi talihsiz şartlarda yetişti isek bu, sonsuza kadar böyle mi sürecek?
Hayır...
Değişmek pek kolay olmasa da mümkün...
Yeter ki dik duramama halinizden kurtulmak isteyin...
Bütün mesele budur...
Bu değişim kararınız, muhtemelen pek çok kazanım(!)lardan vaz geçmeniz anlamına gelecektir. Bu kararınız aslında dik durma kararı değil, bir türlü dik duramayıp, sürekli büyüklerin(!) dediğini yapmanız sonucu elde ettiğiniz maddi kazançlardan, eğildiğiniz sürece sırtınızın sıvazlanmasından, egonuzun poh pohlanmasından vazgeçme kararınızdır...
Bunlardan vaz geçmeye karar verdiyseniz, sırtım sıvazlanmasın, ben kendime yeterim, o kazançlar olmasa da olur, egomun pohpohlanması bana hiç bir şey katmıyor ki diyebiliyorsanız samimiyetle o zaman zaten %50 oranında dikleşmeye başladınız demektir... İşte, zor dediğim kısım bu...
Bundan sonrası daha kolay... Çok fazla okumak, kendinize ait fikirler geliştirmek, bunları çevrenizle tartışmak, mutlaka kendinizi iyi hissettirecek bir ilgi alanı bulmak ve onun üzerinde çalışmak...

Bu geçiş dönemini ne kadar yumuşak yapsanız da başlangıçta o büyük(!)lerden tepki göreceksiniz...
Bunun değerini bilin. Çünkü, her direnç, direneni de, direnileni de güçlendirir.
Size karşı tepki gösterenlere anında cevap vermek zorunda değilsiniz. O an onların bu tepkisini işlevsiz olduğunu kanıtlamak zorunda da değilsiniz. Bazı durumlarda susmak en etkili karşı koyuştur, unutmayın...

Bu geçiş döneminde “başarı” kelimesini sözlüğünüzden çıkartın. Sadece “yapın”... Bırakın başarı veya başarısızlığınızı başkaları adlandırsın...
Evet özellikle adlandırmak dedim. Çünkü bu tip sıfatlar gizli bir ruhsal sömürü aracına dönüşebilir kolaylıkla... Oysa sizin amacınız sömürüden kurtulmaktı değil mi? Başarının sizin için hiç bir önemi olmadığını başkalarına gösterebildiğiniz zaman, onların ellerinden bu sömürü silahını almış olursunuz...
Bütün bu çabalarda aslında size düşen, ilk adımı atmaktır. Gerisini içgüdüsel savunma mekanizmanız getirecektir kendiliğinden...
Hiç unutmayın ki, insan zihni, kendisine ait olmayan, zarar veren her türlü durum, hareket, hastalık vb.den zaten kurtulmak ister.
İnsan ruhu özgür doğar ve öyle yaşamak ister.

Sevgiyle... Sağlıcakla... Özgürce...