Dik
durmak...
Fizyolojik
olarak da, ruhsal olarak da epey zorlanılan bir duruş...
Beden-ruh
bütünlüğü açısından bakınca, birisi olmadan öteki olmaz
zaten. Oluyorsa da ...mış gibi olur ve kişi kendisini kandırır
ancak. Çünkü dışarıdan bakan/gören göz, adını koyamasa bile
o, ...mış gibi hali anında hisseder...
Fizyolojik
olarak, günlük, sürekli tekrarladığımız hatalı hareketler
sonucu omurgamızın deformasyona uğraması ve bu durumu düzeltmekle
ilgili günlük, basit alıştırmaları bir sonraki yazıma
bırakıyorum.
Şimdi,
daha çok ruhsal dik duruşa bir bakalım istiyorum.
Her
şey bebekliğimizde nasıl bir çevrede, nasıl etkilerle
yetiştiğimize bağlı. Eğer, ensenize vurularak sevildiyseniz (ki,
zihniniz bunu “ her enseme vuran beni seviyor” olarak kayda
geçirir), sürekli olarak kendi fikirlerinizi söylemeniz
engellendiyse, sizin “hayır” demenize sorgusuz sualsiz engel
olunup, dikkate alınmadıysa ve bunun gibi çevrenizdeki büyükler(!)
tarafından kendiniz olmanız engellendiyse ne yazık ki zihniniz tüm
bunları, “ büyük(!) ler hep haklıdır, sana düşen kayıtsız
şartsız itaattir” olarak kaydeder.
Bu
şartlarda yetişen bir kişinin kendisi olabilmesi, fikirler
geliştirip, savunması, yerinde ve gerektiğinde hayır diyebilmesi,
kısaca dik durabilmesi mümkün değildir...
Peki,
hiç birimiz içinde yetişeceğimiz kişileri, ortamı seçme
hakkına sahip olmadığımıza göre ve böylesi talihsiz şartlarda
yetişti isek bu, sonsuza kadar böyle mi sürecek?
Hayır...
Değişmek
pek kolay olmasa da mümkün...
Yeter
ki dik duramama halinizden kurtulmak isteyin...
Bütün
mesele budur...
Bu
değişim kararınız, muhtemelen pek çok kazanım(!)lardan vaz
geçmeniz anlamına gelecektir. Bu kararınız aslında dik durma
kararı değil, bir türlü dik duramayıp, sürekli büyüklerin(!)
dediğini yapmanız sonucu elde ettiğiniz maddi kazançlardan,
eğildiğiniz sürece sırtınızın sıvazlanmasından, egonuzun poh
pohlanmasından vazgeçme kararınızdır...
Bunlardan
vaz geçmeye karar verdiyseniz, sırtım sıvazlanmasın, ben kendime
yeterim, o kazançlar olmasa da olur, egomun pohpohlanması bana hiç
bir şey katmıyor ki diyebiliyorsanız samimiyetle o zaman zaten %50
oranında dikleşmeye başladınız demektir... İşte, zor dediğim
kısım bu...
Bundan
sonrası daha kolay... Çok fazla okumak, kendinize ait fikirler
geliştirmek, bunları çevrenizle tartışmak, mutlaka kendinizi iyi
hissettirecek bir ilgi alanı bulmak ve onun üzerinde çalışmak...
Bu
geçiş dönemini ne kadar yumuşak yapsanız da başlangıçta o
büyük(!)lerden tepki göreceksiniz...
Bunun
değerini bilin. Çünkü, her direnç, direneni de, direnileni de
güçlendirir.
Size
karşı tepki gösterenlere anında cevap vermek zorunda değilsiniz.
O an onların bu tepkisini işlevsiz olduğunu kanıtlamak zorunda da
değilsiniz. Bazı durumlarda susmak en etkili karşı koyuştur,
unutmayın...
Bu
geçiş döneminde “başarı” kelimesini sözlüğünüzden
çıkartın. Sadece “yapın”... Bırakın başarı veya
başarısızlığınızı başkaları adlandırsın...
Evet
özellikle adlandırmak dedim. Çünkü bu tip sıfatlar gizli bir
ruhsal sömürü aracına dönüşebilir kolaylıkla... Oysa sizin
amacınız sömürüden kurtulmaktı değil mi? Başarının sizin
için hiç bir önemi olmadığını başkalarına gösterebildiğiniz
zaman, onların ellerinden bu sömürü silahını almış
olursunuz...
Bütün
bu çabalarda aslında size düşen, ilk adımı atmaktır. Gerisini
içgüdüsel savunma mekanizmanız getirecektir kendiliğinden...
Hiç
unutmayın ki, insan zihni, kendisine ait olmayan, zarar veren her
türlü durum, hareket, hastalık vb.den zaten kurtulmak ister.
İnsan
ruhu özgür doğar ve öyle yaşamak ister.
Sevgiyle... Sağlıcakla... Özgürce...