ESNEK BİR DÜŞÜNCE SİSTEMİ İLE BEDENİNİZDEKİ GERİLİMLER AZALIR, KASLARINIZ, EKLEMLERİNİZ, OMURGANIZDAKİ AĞRILAR DA ORTADAN KALKAR

19 Mayıs 2018 Cumartesi

Elleriniz bir türlü ısınmıyor mu? Sadece soğukta değil...

Her şartta hep soğuk mu?
O zaman çok büyük olasılıkla kan dolaşımì ile ilgili bir sorun yaşıyorsunuz...



 
Kol ve ellerimize uzanan damar ve sinirler, ensemiz ve boynumuzdan geçer, köprücük kemiklerimizin arasından geçerek parmak uçlarımıza ulaşır.
 
Bu sinir ve damarlar tüm bu yol boyunca bazen sıkışırlar. 

Ensemizden omuzlarımıza uzanan kas gurubu (trapez kasları) nun bir diğer adı stres kaslarıdır. Heyecanlandığımız, korktuğumuz, gerilim yasadığımız zaman bu kaslar kasılır. Bu kasìlma da damar ve sinirleri sıkıştırır.

 

Özellikle kol sinirlerimiz, sıklıkla dirsek ve bilekte sıkışır.
Dikkat edin; gün içinde kaç saat dirsekleriniz bükülü durumda?
Neredeyse her an değil mi?
Bu durumda, pazu (biceps) kaslarımız sürekli kasılmış, arka tarafındaki kaslarımız (triceps) sürekli esnemiş durumda oluyor. (hani bayanlar hep şikayet ederler ya kollarım sarkıyor diye... İşte sürekli esnemiş durumda olmaları yüzünden gevşek bir görünüm alırlar) Sürekli kasılmış halde olan pazu(biceps) kaslarì da, içinden gecen damarları sıkıştırarak kan akışını zorlaştırır. Zorlamalar, ağır kaldırmalar da dirsek ekleminde sinirlerin sıkışmasına yol açar.
Kavanoz açma, musluk sıkıştırma benzeri hareketlerde de sıklıkla bileklerimizi zorlarìz ve bunun sonucunda da karpal tunel sendromu diye adlandırılan sinir sıkışması oluşur.
Şimdi size çok basit bir hareket önereceğim. Eğer düzenli olarak yaparsanız, tenisçi dirseği ve karpal tunel sendromundan korunabilir ve hem soğuk olan ellerinizin bir kaç dakikada ısındığını görürsünüz.
Kollarınìzı, gòğüs hizasında öne doğru ve birbirlerine paralel uzatın. Dirseklerinizi aşırı germeyin.
Avuçlarınız yere baksìn.
Simdi ellerinizi bilekten geriye doğru iyice çekin. Avuçlarınız karşıya bakacak şekilde... Bu durumda bir kaç san. durun. Bilekten dirseğinizin iç kısmına doğru bir gerilme hissedeceksiniz.
Sonra yavaşça başladığınız duruma dönün (avuçlar yere doğru). Sonra ellerinizi yumruk yaparak gene bilekten aşağıya doğru bùkün. Bu sefer de ellerinizin üst kısmından dirseğinizin on tarafına doğru bir gerilme hissedeceksiniz. Gene birkaç sn. bekleyin ve gevşeyin...
Bu hareketi gün içinde ne kadar sık yaparsanız o kadar yararını görürsünüz.
Bu hareketlerde omuzlarınìzı kaldırmamaya dikkat edin...

15 Temmuz 2014 Salı





Bel ağrınız mı var?
Ya da daha doğru soru; bel ağrınız yok mu?
(sahi mi ;) )
Sürekli oturarak iş yapıyorsanız/çalışıyorsanız, arada bir, yukarıdaki resimdeki gibi gerinme ihtiyacı doyarsınız. Ama aslında bedenin germe ihtiyacı duyduğu kas (3) numaralı resimdeki kastır... o yüzden bu arasıra yaptığınız gerinme bir işe yaramaz...

Burada söz edeceğim bel ağrıları, fıtık, kayma vb. herhangi bir ortopedik durumun olmadığı hallerle ilgili...
Her bel ağrısı fıtık, kayma demek değildir çünkü...

Görünen o ki, insanoğlu çok çabuk iki ayağı üzerine kalktı... en zayıf bölgesi olan bel çevresi kasları henüz yeterince güçlenemediği için de, üst bedenini taşıyamadı ve hemen oturmaya başladı...
Evet, oturmak... Bel ağrılarımızın en başta gelen nedeni...
Buyurun, açıklaması burada...

Önce, bedenimizle ilgili temel bir ilkeyi hatırlayalım; “kapasitesi ölçüsünde, sürekli/düzenli/ kullanılmayan her kas/organ/ zaman içinde işlevini kaybeder/küçülür/ hatta tamamen işlevsiz kalır...
(2)

      Bu resimde çok net görünüyor ki, bel bölgemizde, kemik yapısı açısından sadece ve sadece omurgamız var... Oysaki pek çok yaşamsal organımız bu bölgemizde... Peki bu yaşamsal önemdeki organlarımız nasıl koruma altında?
      Kaslarımızla, yağ ve bağ dokularıyla elbette...
    1. Belimizin üzerinde kalan bölgemizin ağırlığı, altında kalan kısımdan çok daha fazla. Üstelik, ayaklarımızla yere bastığımız için, alt bölge ağırlığının büyük bir kısmı yer tarafından emilirken, üst bölgemizin ağırlığı tümüyle omurga ve çevresindeki kaslar tarafından sağlanmak zorunda...
      Kendi boyunuzda bir sopayı yere değdirin ve dimdik tutmaya çalışın... Dikkat ettiniz mi, en alt kısmından değil, refleks olarak orta kısmından müdahele ediyorsunuz dengede tutmak için... şimdi bu sopanın üst tarafına biraz ağırlık ekleyin... gördünüz mü, dengede tutmak daha da zorlaştı...
      Kısaca, bel bölgemizdeki kaslarımızı, kapasiteleri ölçüsünde ve eşit olarak güçlü tutmak zorundayız... Sadece karın kasları güçlü ise, beden öne doğru eğilmek ister (güçlü taraf çeker)... sadece sırt kasları güçlü ise, bu sefer beden, arkaya doğru eğilmek ister...

Evet artık net olarak biliyoruz ki, sırt, bel kaslarımız eşit olarak güçlü, ve işlevsel olmak zorundadır... bu da bu kaslarımızın sürekli ve düzenli olarak kullanılması demektir... aksi takdirde, mutlaka bedenimiz bir tarafa doğru eğilecektir...
(3)



      Şimdi bu resme bakın lütfen.
      Kırmızıyla gösterilen bu kasımızın ismi, psos minor... bel omurlarımızın başlangıç noktasından başlayıp, kalça eklemi hizasına bağlanıyor. Belin her iki tarafında da bulunuyor...
      İsmi pek lazım değil ama bel ağrılarımızın en başta gelen sorumlusu bu kasımız. ( zavallı kasımızın bir kusuru yok. Onu yeterince kullanmadığımız için bizler suçluyuz aslında :) )
      Resimde gördüğünüz gibi bu kas, ayakta durduğumuz zaman, düz/gergin duruyor. Yani çalışıyor. Fakat oturduğumuz zaman bu kas, kısalıyor/çalışmıyor...
      Eğer, ayakta durmaktan çok oturuyorsak, zaman içinde bu kasımız işlevini yitiriyor ve ciddi bel ağrıları ortaya çıkıyor.
      Demin sopa örneğini verdim ya, işte o sopayı dengede tutmak için elinizle müdahele ettiğiniz noktanın, bedenimizdeki karşılığı bu kas.
      Şimdi bu kasımızı nasıl en basit şekilde çalıştırabileceğimize bakalım:







Evet bu resimdeki hareketi günde bir kaç kez, düzenli ve sürekli olarak yapmanız sizi, bel ağrılarından kurtarabileceği gibi ileri yaşlarda oluşabilecek ağrı sorunlarının da önüne geçecektir.
Burada tekrar hatırlatıyorum, söz edilen bel ağrıları, fıtık/kayma gibi sorunların olmadığı durumlar için geçerlidir...

Sağlıkla... Sevgiyle...


12 Haziran 2014 Perşembe

Esneklik tamam da... önce esnetebilecek düşünceye sahip olmak gerek...
Tüketmeye odaklandık... hem de çabuk, çabuk...
Bir hız tutturduk gidiyoruz..
Oysa zaman dediğimiz kavram hep aynı hızda akıyor...
Biz, zamanın içinden geçip gitmeye çalışıyoruz...
İste tam da bu yüzden yorgunuz... hem de çok...

Bakalım tanıdık gelecek mi?
Sosyal medyada sadece resimden oluşan paylaşımlara bayılıyoruz...
Eğer resim yok da bir kaç satır yazı varsa, hadi, ona da razıyız... amaaaa uzun bur yazıysa, resim falan da yoksa tahammülümüz yok...
Neden?
Hala tahammül ediyor ve yazımı okuyorsanız devam edeyim... :) 
Çünkü düşünmeye üşeniyoruz. Uzun bir yazıyı okurken, arada durup, kendi fikirlerimizle karşılaştırmalı, veya doğruluğunu araştırmak için başka kaynaklara başvurmalıyız... böyle olunca ancak, bilgi edinebilir ve dolayısıyle fikir sahibi olabiliriz... 

İnsan zihni ve bedeni, birşeylere direnmek üzere prigramlanmıştır... direnç, güçlendirir, geliştirir, sağlıklı tutar...
Sadece resimlere bakıp, iki satırlık yazılara göz gezdirerek beynimizin düşünme, analiz edip, sonuç çıkartma mekanizmasını dirençsiz, dolayısıyla güçsüz bırakıyoruz...

Hani "koyun gibi" diyoruz ya... evet, doğru... koyunlarda analiz, sentez yeteneği yoktur... 
Peki bu yeteneğin olmamasıyla, olup da kullanmamak arasında ne fark var?

Düşünmeden okumak, analiz etmeden sonuçlar çıkartmak, sadece güncel olaylara anlık tepkiler vermek, hızlı trende seyahat ederken, manzara seyretmeye benzer... :)
Hiç bir iz, birikim bırakmaz...

21 Nisan 2014 Pazartesi



Kendine dikkat et...!
Olur...   ...da... :) 

Kendin” kim...?
Tanıyor musun?
Neyi, ne için yapar...?
Zihni nasıl çalışır...?
Neye ihtiyacı vardır...?
Bu ihtiyaçlarını nasıl bildirir...?

Sorular uzar gider...
Çağdaş insan, ne yazık ki kendisinden çok uzaklara düştü...
Kendi” adına yaptığını sandığı pek çok eylem, aslında, birilerinin “yap” dediği...
Kendisinden çok uzaklara düşmüş bu insan, artık öyle bir hale geldi ki, hangisi kendisi/nden, hangisi “yap” denilen bilemez oldu...
Bir de üzerine üstlük, para girince işin içine hepten karmakarışık oldu dünyası...

Para kolaylık(!) getirecek dendi ona...
Sen paradan haber ver, biz senin adına her şeyi yapıveririz...

Ver parayı, birileri senin sağlığına sahip çıksın...
Ver parayı, birileri senin nasıl besleneceğini düzenlesin...
Ver parayı, birileri seni güzelleştirsin...
Ver parayı, birileri seni zayıflatsın...
Ver parayı, birileri senin adına düşünsün...
Ver parayı, birileri ne yiyip ne içeceğine karar versin...

İyi de bu arada “sen” ne oldun...?
Nerelere kayboldun...?
Bir gün paran biterse yok mu olacaksın bu durumda?
Hem ömür boyu bunca parayı nereden, nasıl bulacaksın?
İşte can alıcı nokta bu...
Bu, “birileri” seni öylesine ele geçirdi ki, artık sen sadece para kazanmak zorundasın...
Onlar sana “hizmet” ediyor gibi görünüyor değil mi...?
Bi' düşün bakalım, kim kime hizmet ediyor...?

Sevigili arkadaşım, dostum, bir an önce “kendi”ni bir yerlerden bulup kurtarmak zorundasın...
Çünkü bu döngü bir girdap haline geldi ve sadece seni, insanı, hayvanı değil, tüm doğayı, dünyayı yok etmek üzere...
Nereden, nasıl başlayacağın konusunda zorlanabilirsin.
Hepsini, herşeyi bir anda yapamazsın elbette... Ama başla... En küçük bir ucundan başla...
Al eline kağıdı kalemi...
Başla yazmaya...
Şu an kendini nasıl hissediyorsun? Tam olarak neye ihtiyacın var? 
Eğer bir yerin ağrıyorsa, hemen ecza dolabına koşma, önce o ağrını dinle... Nasıl bir ağrı? Batma gibi mi, yanma gibi mi, noktasal mı yoksa yaygın mı, ne zaman başladı, ne yapınca başlıyor/bitiyor...? Bulmaya, hissetmeye çalış...
İşin içinden çıkamazsan bir doktora git... Göreceksin ki bu sefer, doktora öyle ip uçları verebileceksin ki tedavi sürecin hızlanacak...
Kendi dışındakileri her konuda, her işine burunlarını sokmasına ve bu yöntemle seni sömürüp, kendin olmaktan uzaklaştırıp, yönetimleri altına almalarına izin verme...
Bunu günlük olaylar içinde ayırt etmen zordur... Çünkü ne de olsa yıllardır bunu hep yapıyorlar ve bizi alıştırdılar...
Çaresi, düşünerek yaşamaktır... Başlangıçta her an, her saniye yapamazsın elbet ama ufak ufak test et karşındakileri... Birisi seni yönlendirmeye kalktığında bu, senin için alarm sinyali olsun... Hemen düşünmeye başla... Esas “sen” bu konuda ne düşünüyor? Nasıl davranır?
Bu yazıyı okuyunca, aklına benzeridaha pek çok sömürü tuzakları gelecektir, eminim... Bunlar üzerine düşün...

Önce “kendin”i bul...
Sonra kendine iyi davranmayı öğren...

Ve sonra, "birileri dedi diye değil, "kendin"i artık tanıdığın, bildiğin için saygı duy ve “kendine dikkat et”... :)


14 Nisan 2014 Pazartesi




Trapez kasları...
Bu kaslarımız belki de kendisini en çok ağrıyla hatırlatan kaslarımızdır.
İnsanoğlunun ilk zamanlarından beri, tehlike karşısında, başını omuzlarının arasına alma, koruma içgüdüsüyle ve heyecanlandığımız zamanlar gene aynı şekilde omuzlarımızı kaldırma refleksimiz nedeniyle neredeyse sürekli olarak kasılırlar...
Eğer bir kas veya kas gurubu sürekli kasılıyor ( veye esniyorsa) zaman içinde o kas veya kas gurubu işlevini yitirir...
Çünkü kaslarımız hem kasılıp, hem esnemek için programlanmışlardır...
Bu her iki hareketi de, dengeli olarak yaptığımız sürece ancak sağlıklı ve işlevli kaslara sahip olabiliriz.
Trapez kaslarımızın halk arasındaki adı stres kaslarıdır...
Ne kadar manidar değil mi? :)

Kendinizi şöyle bir sorgulayın, örneğin, son bir yıl içinde stresli ve stressiz dönemlerinizi bir karşılaştırın bakalım...
Amanın, tamam, tamam... Sormamış olayım... :)

Her an hatırlamakta yarar var; her duygusal tepkinin fiziksel bir dışa yansıması, her fiziksel hareketin de duygusal yansıması vardır ve bunlar sürekli bir birini izler...
Bazen önüne geçemediğimiz duygusal bir durumdan, dışa yansıması olan fiziksel durumu değiştirerek kurtulmamız mümkündür... Ya da tam tersi... Çünkü zihnimiz bizim en sadık hizmetkarımızdır. O, sorgulamaz, en basit haliyle durumu kabul eder, inanır...

Madem, trapez kaslarımız stresimizin, heyecanımız, korkumuzun yansımasıdır o halde bilinçli bir şekilde bu kasları gevşetmeyi öğrendiğimizde bu duygulardan uzaklaşmamız da mümkündür... Evet işte, tam da bu nedenle bu trapez/stres kaslarımızı nasıl gevşetebiliriz onu anlatacağım sizlere...

Yoğun bir günün ardından oturduğunuzda, birisi arkanıza geçip de bu kaslarınızı ovmaya başladığında nasıl da hepimizin yüzene bir glülümseme, rahatlama ifadesi yayılır bilirsiniz...
O anlık bir rahatlama hissetsek de aslında son derece kasılmış olan bu kasları ovmak çok yanlıştır. En basit anlatımla, zaten kasılmış, gerilmiş kas lifleri, çevresindeki sinirleri sıkıştırmış durumdayken (ağrının nedeni budur) bir de o kaslara ovmayla daha da baskı uygulanırsa, o sinirleri daha da çok tahrip olmasına neden olunur.
Yapılması gereken, çok yavaşça o kas gurubunu doğru şekilde germektir... Peki, bu doğru şekil nedir?

Bir iskemlenin ön kısmına oturun. Bir ayağınız arkada, diğeri önde olsun. Bu durumda sırtınız otomatik olarak düz (dik) olacaktır.
1) Sağ elinizle sol omuzunuzu tutun. Çok yavaşça omuzunuzu elinizin yardımıyla aşağıya doğru bastırın. Elbette canınızın çok fazla yanmasına izin vermeyin ama biraz acıyınca o noktada bir süre durun ve yavaşça serbest bırakın... Bunu bir kaç kere tekrarlayın...
Aynı uygulamayı diğer tarafınıza da yapın.

2) Daha sonra tekrar sağ elinizle sol omuzunuzu tutun ( diğer kolunuz aşağıya doğru serbestçe sallansın)tekrar omuzunuzu elinizin yardımıyla aşağıya doğru bastırın. Bu durumda durun ve sağ kulağınızı, sağ omuz başınıza değdirmek ister gibi, çok yavaşça sağa doğru eğin. Bunu yaparken asla çenenizi aşağı bastırmayın...Eğebildiğiniz kadar eğin ve gerilimin arttığını hissettiğiniz noktada en az 15 sn. kadar durun ve yavaşça serbest bırakın... Tabi aynısını diğer tarafa da uygulayın...
Bundan sonraki aşama,
      1. 1 ve 2 numarayı tekrarlayın ve son noktadayken çenenizi çok yavaşça göğsünüze doğru( aşağıya) indirmeye çalışın) Bunu çok dikkatli ve çok yavaş yapmalısınız. Geldiğiniz son noktada tam da en çok kasılmış ( halk arasında kulunç denilen) noktanın gerildiğini hissedeceksiniz...Burada da 10/ 15 sn. Bekleyin...
        Bu 1- 2- 3 numaradaki hareketleri günde on dakika sırasıyla yaparsanız, trapez kaslarınız gevşeyecektir. En önemlisi de, bu kaslar gevşeyince, zihniniz rahatladığına, korkmadığına inanacaktır...

24 Mart 2014 Pazartesi


Paylaştığım yazılarıma en sık aldığım karşılıkların başında " iyi de nasıl yapabiliriz?" veya " çok denedim ama bir türlü sürdüremedim" geliyor...
Bu son derece doğaldır...
 
Herhangi bir değişim ancak, KENDİLİĞİNDEN olursa kalıcı ve yararlı olur...
 
Benim yazdıklarımı o anda, birebir uygulamak zaten hiç bir işe yaramayacaktır. Bu çok açıktır.
 
Olması gereken, zaten zihnimizin, bedenimizin kurtulmaya çalıştığı konular üzerinde düşünmektir.
 

Bir örnekle açıklayayım; diyelim ki sürekli sırt ağrınız var. Bunun tıbbi yönden bir nedeni ve çaresi de bulunamadı. Muhtemelen yanlış duruş veya yanlış hareketlerden kaynaklı bir ağrı. Burada bunun için, her gün yapılması gereken bir hareket önerdim diyelim. Siz de o hareketi, ilk heyecanla, o an yaptınız... Muhtemelen çok da rahatladınız diyelim... Ama bir kere yapmış olmakla, beyninizin en üst katmanına, yanlış olarak kazınmış bir kötü alışkanlığı henüz kıramadınız ki...
Bunu kırmak zaman alacaktır.
Yeter ki üzerinde düşünün. Arada sırada da olsa deneyin...
Hissettiğiniz rahatlama, zihninizin o ağrıdan kurtulmak için size gönderdiği sinyalleri duymanıza ve bir süre sonra da KENDİLİĞİNDEN zaten o hareketi yapmaya başlamanıza yol açacaktır... 
 

16 Şubat 2014 Pazar

BEDEN DİLİ TUZAĞI



İnsanlarla iletişim kurmak aslında sanıldığı kadar zor değil...
Yeter ki hesap kitap olmasın, kandırmaya meyil olmasın...
O zaman zorlaşıyor iletişim..

Şimdi beden dili uzmanları belirdi, biliyorsunuz...
İnsanlara koçluk yapıyorlar ve beden dilini öğretiyorlar...
Bu bana o kadar komik geliyor ki... ve de acıklı...

Komik, çünkü beden dili denen olgu zaten kendlliğinden ortaya çıkar. Öyle ya, size birisinin sindirim sisteminin çalışmasını öğretmesine ihtiyaç var mı? Ya da böbreklerinizin süzme işlemini öğrenmeye ihtiyacınız...? Bilgi olarak öğrenin de, bilmeseniz de onlar çalışacak...

Acıklı... Çünkü, kandırmaya yönelik bir çaba... aslında ...mış gibi yapmanız öğretiliyor bu çalışmalarda...

İyi, güzel, diyelim ki ...mış gibi yapmayı öğrendiniz. Birisiyle karşı karşıya geldiniz. Durumdan hiç memnun değilsiniz. Ama dayanmak zorundasınız ve sıkıldığınızı belli etmemek zorundasınız. Kollarınızı kavuşturmaz, o kişiye doğru hafifçe eğilir, sözlerinin arasında ufak sorular sorarsınız... vb. Bunlar size öğretilenler...
İyi de bir de karşınızdakine sormalı, bunlara inandı mı?
Yoksa sizin sıkıldığınızı fark etti mi?

Yukarıda saydığım bütün "sıkılmama" hareketlerini tam olarak yapsanız bile karşınızdaki sıkıldığınızı gene anlar...
Çünkü asla, sıkıldığınızda ( ya da yalan söylediğinizde) göz bebeklerinizin büyümesini, dudak ve burun kenarlarınızın hafif de olsa seğirmesine engel olamazsınız...
İşte bu belirtiler karşıdakine aynen ulaşır.
Belki bilinç düzeyinde bunları adlandıramaz ama bilinç altı " bu senden sıkıldı" der...

Kısaca doğru, içten iletişim kurmak istersek hiç zor değil ama işin içine gizleme, saklama, yalan girince zorlaşıyor... Ne kadar gizlemeye çalışsak da yine de karşımızdaki tarafından algılanıyor...