ESNEK BİR DÜŞÜNCE SİSTEMİ İLE BEDENİNİZDEKİ GERİLİMLER AZALIR, KASLARINIZ, EKLEMLERİNİZ, OMURGANIZDAKİ AĞRILAR DA ORTADAN KALKAR

20 Aralık 2008 Cumartesi

LÜTFEN DİKKAT



Son zamanlarda sağlık için spor yapmak çok moda(!)

Sağlığın modası mı olur demeyin. Oluyor işte.
Hatırlarsanız bir zamanlar abd de Jane Fonda ile aerobik salgını başlamıştı. Bilir bilmez herkes Jane Fonda ile hoplayıp zıplıyordu.
Neden peki? Fazla kilolardan kurtulmak için.

Aslında burada abd medyası konuyu çok güzel(!) kullandı.
Görsellik insanları çok etkiler. Televizyonda Jane Fondayı görüp onun yaptığı hareketleri yapmaya çalışanlar kendilerini onun yerinde görmeye başlıyorlardı. Sanki aynı hareketleri yapınca O olacaklardı.
Yanıldıklarını ( yanıltıldıklarını) anlamaları çok sürmedi. Bu arada Jane fonda milyonlarına milyon kattı ama O olmak isteyenler küçüklü büyüklü sakatlıklarıyla baş başa kaldılar.

Daha sonraki yıllarda gene abd de koşmak moda oldu. Eşofmanını kapan kendini yollara attı.
Sonuçta jogging denilen bu salgın yasaklandı. Çünkü bilir bilmez yapılan bu aktivite çok fazla kişide, kalça diz eklemlerinde ciddi sorunlara neden olmuştu.

Şimdi de pilates modası aldı başını gidiyor.
Gene televizyonlarının karşısında O olmak isteyen bir çok hanım kendilerini sakatlamakla meşgul.

Önceki yazılarımda insan iç güdüsünün yaşamaya şartlanmış olduğundan ve hareket etmek üzere programlanmış bir bedene sahip olduğundan söz etmiştim. Bedenimizi korumak için de aynı içgüdümüz bizi korumakla görevlidir aynı zamanda.

Ama ne yazık ki sonradan öğrenilen yanlış düşünce kalıplarıyla bu iç güdümüzün bize gönderdiği uyarı sinyallerini algılayamaz olduk. Yani doğamızdan uzaklaştık.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki, nasıl ilaç reklamları yasak ise televizyonlardan ve cdler yolu ile yapılan bu tip beden çalıştırma yöntemleri de yasaklanmalı.
Çünkü,insanlar alışık olmadıkları bir hareketi yaparken doğru mu yanlış mı yaptıklarını hissedemezler. Bu tip çalışmalar mutlaka bir gözetmen eşliğinde yapılmalıdır.

Buna örnek olarak biz balerinleri gösterebiliriz. Bizler on yıllık eğitim sürecinden ve yıllarca profesyonel olarak bale yaptığımız halde bale yapmayı bilmiyoruz mu da sürekli bir eğitmenin gözetiminde çalışıyoruz?
Veya sporcular, spor yapmayı bilmiyorlar mı da sürekli bir çalıştırıcı ile çalışıyorlar?

İşte bu nedenle ben de burada ( bu konuda çok fazla istek almama rağmen) hareket önermiyorum.

Lütfen sizler de televizyonlarda veya cd ler le gördüğünüz hareketleri evinizde yapmaya kalkmayın.
Eğer spor veya benzeri hareket yapmak istiyorsanız mutlaka bir eğitmen ile çalışın.



Merhabalar,

Son günlerde iyiden iyiye ortaya çıkan küresel ekonomik kriz, başta büyük (!) ülkeler olmak üzere tüm kıtalarda etkisini gösteriyor.
Bu etki /şimdilik/ hafif çapta bir panik yarattı.

Daha önceki bir yazımda yeryüzünde herşeyin bir döngü olduğunu belirtmiştim.
Bir noktadan hareket ederseniz, varacağınız son nokta gene başladığınız yer olacaktır.

Bu durum, yola çıktığınız andaki olumlu veya olumsuz niyetinizin de sonuçlarını belirler.

Biraz daha açalım isterseniz.

Eğer doğanın döngüsünün, kaynaklarının kısıtlılığının, yerine konmadan harcanan kaynakların bir gün tükeneceğinin bilincindeyseniz, olumlu adım atarsınız.
Örneğin, asla temiz koku uğruna, atmosferdeki ozon tabakasını delecek spreyle kullanmazsınız.
Temizlik uğruna, su sıkıntısını göz önüne alarak arabanızı yıkamazsınız.
Halılarınızı yıkamak yerine silersiniz.
Doğada parçalanmayan ve dolayısıyla doğaya zarar veren petrol türevi araçlar (naylon poşetler, deterjan kaplarının üzerindeki" doğada çözünülürlük derecesine bakarsınız)kullanmazsınız.
Yer altı sularının kaynağının sadece kar, yağmur olmadığını bilir, kullandığınız suların da olabildiği kadar toprağa akmasına dikkat edersiniz.

Buna benzer örnekler çok fazla. Bu bilinci bir kere edindikten sonra siz de daha pek çok örnek bulur ve uygularsınız.

Şimdi gelelim olumsuz örneklere.
Öncelikle şunu net olarak söylemeliyim ki;

Kapitalist sistem asla doğaya saygıyla bağdaşmaz...

Neden mi?
En basit açıklaması; kapitalizmin temeli tüketmeye dayalıdır da ondan.

Kapitalist sistem, özellikle çağımızdaki vahşi kapitalizm,
"tüket tüketebildiğin kadar. Varsın bu arada doğa, doğal kaynaklar, insani değerler yok olsun. Yeter ki birilerinin cebi daha çok dolsun." görüşünde...
Bu görüş de, ülkemiz dahil tüm dünyada yandaş bulmakta hiç sıkıntı çekmiyor. Çünkü para hırsı gözleri döndürdü.

Pek çoğumuz ister istemez bu sapkın görüşün etkisi altına girerek, insani düşünce sistemiizden uzaklaştık. İşte size bu durumda olanlara bir kaç öneri: bir bitkinin tohumunu alın ve balkonunuzda, evinizin içinde, veya camınızın önündeki bir saksıya ekin. Düzenli olarak sulayın. Bakımını yapın ve o küçücük tohumun nasıl toprağı delip dünyaya merhaba dediğini an be an izleyin.
Bu çok basit gibi görünen uygulama içinizdeki doğaya bağlılık güdünüzü uyandıracaktır.
Bunun zevkini içinizde hissettikten sonra, doğaya, yani yegane yaşam mekanımıza bakışınızın da değişeceğini düşünüyorum.

Sakın aklınızdan çıkartmayın "uğruna emek harcamadığınız hiç bir şeyi sevemezsiniz"

Tekrar görüşmek üzere. Sağlıkla kalın

14 Aralık 2008 Pazar


Tekrar merhabalar,

Son özür yazımı 9 aralıkta yazmışım. Yani 5 gündür yazamıyorum.
Bunun için sizlerden özür dilerim. Sevgili anneciğimin rahatsızlığı nedeniyle hastanedeyiz.

Neyse ki bu gün durumu biraz daha iyi.

Hani hep duyarız ya, insanlar arada sırada hastaneleri ziyaret etmeli ve orada yaşananları görünce haline şükür etmeli diye.
Aslında gerçekten orada yaşananlar,çok güçlüyüm, dayanıklıyım diyen insanların bile dayanma sınırlarını zorluyor.
Bu zorlukları ikiye ayırabiliriz. Birincisi, hastanın durumunun vahametinden kaynaklanan ve zaman zaman doktorları ve tüm tıbbın elini kolunu bağlı bırakan durumlar.
İkincisi ise ülkemize özgü zorluklar.
İnanır mısınız birincisine katlanmak çok daha kolay. Çünkü orada bir umut var. Hastanızın yaşadığı sıkıntıyı, ağrıyı, sızıyı görüyorsunuz ve sürekli dua ediyorsunuz. İçinizdeki umudu besliyorsunuz. Çünkü yaşı kaç olursa olsun ölümü hiç kimseye, hele ki bir yakınınıza, canınıza yakıştıramıyorsunuz.

Ama iş ikincisine gelince, işte o noktada içinizdeki hırsı, öfkeyi zaptetmek gerçekten çok ama çok zor oluyor.
Oysa ki sağlık gibi bir alanda yaşanan ( insanım diyen hiç kimseye asla yakışmayan) bürokratik engeller, inanın insanı çileden çıkartıyor.
Hatta bazen soruyorsunuz kendi kendinize; sosyal güvenlik kurumu acaba doktorlardan daha mı iyi biliyor her şeyi diye. Çünkü, doktorun öngördüğü tedaviyi, ilacı veya tetkiki bir bakıyorsunuz kurum kabul etmiyor.

Sosyal güvenlik kurum/ları/u eğer doktorlardan daha iyi biliyorsa neden tıp fakülteleri hala açık ki?


Hangibirini anlatsam ki.

Biliyorsunuz 9 günlük bayram tatilinden çıktık. ( çok şükür)
Bu dokuz gün boyunca hastanelerde neler olup bitti biliyor musunuz?
Hastanıza acil kan gerekiyor. Kan bankalarının hiç birisinde bayram(!) tatili nedeniyle kan YOK...
Bir ilaç gerekiyor (albümin) deli gibi nöbetçi eczane arıyorsunuz. Yok, yok, yok..
Hayır ilaç yok da bir de üstelik nöbetçi olan eczane kapalı.

Böyle bir şey hangi medeni ülkede yaşanır?
Hani şu uğruna herşeyimizi sattığımız ab ülkelerinde böyle bir durum olabilir mi?

Amacım sizleri bu dertlerle üzmek değil elbet.
Benim gibi onlarca belki yüzlerce kişi bu ızdırabı yaşadı. Ama çok merak ediyorum acaba kaç kişi gerekli mercilere şikayette bulunacak?

İşte olay burada düğümleniyor. Bizler vatandaşız. Ve devlet vatandaşa hizmet için vardır. Bizler vatandaşlık haklarımızı aramaz, devletin birinci varlık nedeni olan vatandaşın yaşam hakkını gözetmek, korumakla ilgili eksikleri ( en hafif deyimle) gerekli yerlere şikayet etmezsek daha çok sıkıntı, üzüntü eza çekeriz.

Lütfen arkadaşlar her konuda, vatandaş olmayı öğrenelim artık.

9 Aralık 2008 Salı

SADECE BİR SÜRELİK...

Sevgili arkadaşlar,

Sağlık sorunları nedeniyle bir süre yazılarıma ara vereceğim.
Umuyorum ki en kısa sürede gene yazılarıma başlarım ve sizler de yorum ve maillerinizle eskiden olduğu gibi beni mutlu edersiniz...

4 Aralık 2008 Perşembe

BAYRAM TATİLİ VE YERİNİ BULMAYAN UYARILAR



( Bu yazımı 2008 yılında, Kurban bayramından hemen önce yazmıştım. Geçen zaman içinde değişen bir şey olmaması ne kadar üzücü. Ama İnsana uygun olan, gerekli olan eninde sonunda "olur" . Biraz dikkatle, bilgiyle, akılla bu süreç hızlandırılabilir)

Sevgili arkadaşlar,

Birkaç gün sonra Kurban Bayramını  kutlayacağız.
Belki pek çoğumuz bulunduğumuz illerden başka illere tail için veya sevdiklerimizle bayramı geçirmek için yola çıkacağız.
Ben burada, neredeyse her bayram öncesi ve sonrası, her türlü uyarıya rağmen olan trafik kazalarına değinmek istiyorum.
Daha çok da özel konum olan “düşünsel ve bedensel esneklik programı” nın ilkelerinin başında gelen insanın algılama özelliği açısında konuyu ele almak istedim.

Evet, ülkemizde trafik çok ciddi bir sorun. Sadece yasaklara uyulmaması ile açıklanamayacak kadar büyük hem de...

Ama ne yazık ki yöneticilerimiz "yasak !" ve "yasaklara uymazsan cezayı yersin" mantığının ötesine geçememektedirler...

Konu insan olunca ki öyledir, insanın düşünce, mantık, algılama gibi niteliklerini göz önüne almak zorundayız, zorundalar...

Yollara asılan trafik canavarı afişlerinin nasıl bir etki bıraktığını acaba bir tek yetkili düşündü mü?
Sanmıyorum.

Eğer bir tek yetkili dahi düşünmüş olsaydı, bu görüntünün insanların zihninde kazayı çağrıştırdığını ve bilinç dışı olarak içlerinde kaza korkusu yarattığını ve bunun da kaza olma olasılığını çoğalttığını bilir ve derhal bu anlamsız afişleri yok ederdi.

Bu etkileşimi size bir örnekle açıklamak isterim. Bir gurup insanla bir deney yapılmıştır. bu deneyde yere 30 cm. aralıkla paralel iki çizgi çizilmiş ve guruptakilere bu çizgilerin dışına çıkmadan yürümeleri söylenmiştir.
Her yaş gurubundan insanlar rahatlıkla denileni yapmışlardır.
Bu sefer gene 30 cm. genişliğinde uzun bir tahtayı yerden 20 cm. yüksekliğe koymuşlar ve gene bunun üzerinde yürümeleri söylenmiş. Bazı kişiler rahatça yürürken bazıları biraz zorlanmış.
Deneyin son aşamasında ise tahtayı yerden bir metre yüksekliğe çıkarttıklarında hiç kimse yürüyemez olmuş.

Sizce neden?

Aynı aralıktaki iki çizgi yerde iken 30 cm genişlikteki arada rahatça yürüyebilen insanlar neden aynı genişlik yerden yükseldikçe üzerinde yürümekte zorlanmış olabilirler?

Evet, doğru bildiniz, Düşme korkusu...

İçgüdüsel veya öğrenilmiş korkularımız, zihnimizde çok büyük yer ederler ve bu da bizi o yöne doğru çeker.

Çocuğuna " koşma düşersin" diyen anne aslında hiç yoktan çocuğunun aklına "düşmek" fikrini sokmuş olur ve çocuk er ya da geç düşer.

İşte arkadaşlar korku ile yönetmeye çalışmak böylesi ters teper.

Halk arasındaki " korktuğum başıma geldi" söylemi bu durumu en açık şekilde anlatır.

Evet, "korktuğumuz er ya da geç başımıza gelir. Çünkü zihin sürekli bununla meşguldür ve bu meşguliyeti sonucu korkulan durumu çağırır..

Zihnimiz bizim en sadık hizmetkarımızdır. Fakat “…me” “…ma” gibi ekleri yok sayar. Yani, bize “bak/ma/” dendiğinde zihnimiz onu “bak” olarak algılar ve bakarız. Bu temel prensibi tüm yasaklar konusuna uygulamak mümkündür. Bu yazımdaki konum trafik kazaları olduğundan onunla sürdürmek isterim.

Şimdiden televizyonlarda ( iyi niyetle de olsa) bayram tatilinde şehir dışına gideceklere “aman dikkat…” niteliğinde uyarılar yapılmaya başlandı bile. Bu uyarılar her ne kadar iyi niyetle yapılsa da yanlış sonuç verir.
Bunun en büyük kanıtı ise yıllardır yapılan bu uyarılara rağmen her bayram tatilinde yollarda rastlanan, vahim kazalardır.
Elbette trafik kazalarının tek nedeni bu değildir ama ben burada sürekli yapılan hata sonucu zihinlerin yanlışa şartlanmasına vurgu yapmak istedim.

Peki, o zaman nasıl bir uyarı yapılabilir?
Yaşı kaç olursa olsun bir bireye bir uyarı yapılacak ise bunun işe yaraması için çok basit bir kural vardır. Olmaması isteneni değil, olması isteneni dile getirerek uyarmak” Başka bir deyişle, olumsuz ile değil olumlu cümlelerle uyarmak.
Yani istemediğimiz “kaza” ise bu sözcük uyarımız içinde yer almamalıdır.
Bazı durumlarda ise başlı başına uyarı yapılması bile, o konuda zaten zihinlere kazınmış olan olumsuz durumu çağrıştıracağı için, uyarının içeriği değil, sadece geçmiş zamanlarda olan kazaları zihinlerimizde canlandırır ve korku yaratır.
Korkunun ne şekilde bizi etkilediğini yazımın başında, yere çizilen çizgiler arasında yürümek örneğinde anlatmıştım.
Korkutarak yönetmek, idare etmek, eğittiğini sanmak gibi yanlış düşünceye sahip olanlara duyurulur...

İnsan için ise önce insanı bilmeli…

Hepinize şimdiden çok güzel sağlıklı mutlu bayramlar dilerim…

Tuvana Tunçer