ESNEK BİR DÜŞÜNCE SİSTEMİ İLE BEDENİNİZDEKİ GERİLİMLER AZALIR, KASLARINIZ, EKLEMLERİNİZ, OMURGANIZDAKİ AĞRILAR DA ORTADAN KALKAR

30 Aralık 2013 Pazartesi

UMUT ETMEK, İYİ DİLEKLERDE BULUNMAK ÇOK CİDDİ BİR İŞTİR








Her yıl bu günlerde bir “iyi dilek” furyası başlar...
Başlar da, bunların kaçı gerçekleşir?
Geçen yıl veya daha önceleri bu zamanlar dilediğiniz, umut ettiğiniz, yeni yıldan beklediklerinizi şöyle bir düşünün isterseniz...?
Umut etmek, iyi dileklerde bulunmak çok ciddi bir şeydir...
eee canım, adettendir... ne olmuş yani? Söyle gitsin” mantığı aslında, zihnimizdeki umut etme kavramını dejenere eder...
Farkında olmayız ama gerçekten umut etme kavramı zihnimizde bir kere dejenere oldu mu, aslında çok önemli bir desteğimizi kaybetmiş oluruz.
Umut etmek ve iyi dileklerde bulunmak, eğer akılcıysa, eğer, (kendimizle ilgili olanları için) inanarak arkasında durabileceksek ve en önemlisi, bunun için içtenlikle bir çaba harcarsak, işte o zaman gerçekleşme ihtimali çok yükselir.
Bir kere de gerçekleştiğine tanık olursak artık umut etmek bizim için bir laf değil, ileriye attığımız bir çapa olur...

Sevdiklerimiz, yakınlarımız ve hatta ülkemiz, dünyamız için iyi dilekler dilerken de benzer nitelikler söz konusudur aslında...
Öyle afaki, olmayacağını, asla olamayacağını bildiğiniz dileklerde bulunmak ve elbette sonrasında hüsrana uğramak, bilinçli olmasa da zihninizde müthiş bir hayal kırıklığı yaratır. Bu hayal kırıklığının bilinçli olarak farkında olmasanız bile bir desteğinizi kaybetmiş olursunuz... ki bu destek hepimiz için yaşamsal önemdedir...
Hiç unutmayalım ki insan zihni şakadan anlamaz...
O, her şeyi ciddiye alır...

Şimdi, ben kendim ve tüm insanlık için, önce kendimiz olabilmeyi, kendi mutluluğumuzu başkalarının insafına bırakmayıp, kendimiz yaratmayı başarabilmeyi, insani özelliklerimizi yeniden hatırlamayı ve içimizde var olan sevme yetisini geliştirip, tüm doğayı bununla sarıp sarmalayabilmeyi diliyorum...

 

18 Aralık 2013 Çarşamba





Yüz, ruhun aynasıdır derler ya...
Evet, çok doğru...
Neden mi?

Hep derim ya, her duygunun fiziksel, her fiziksel hareketin de duygusal bir dışa vurumu vardır diye...

Önce çok basit bir örnek vereyim; sürekli kızgın, öfkeli olan insanların iki kaşlarının ortasında derin çizgiler oluşur... Üst göz kapakları aşağıya doğru düşer...
Merak, heyecan duyanlarda ise kaşlar refleks olarak yukarı kalktığı için ve bu durum sürekli olduğu için kaşlarının ortasındaki çizgiler derinleşmez ve üst göz kapakları düşmez...
Bu, çok basit bir örnekti.

Biraz daha derine inersek eğer; bazı toplumlarda, özellikle kadınların kahkaha atması pek hoş karşılanmaz...
Oysa kahkaha atarken, hatta sadece gülerken bile yanaklarımızdaki kaslar kasılır. Çok sık gülen, kahkaha atan kişilerin yanaklarının sarkması çok daha geç olur. Çünkü o kasları sürekli çalışır...
Buna karşın sürekli gülmesini gizleme gayretindeki kişilerde, yanaklar çok daha erken sarkar. Çünkü, yanakları şakak kemiğine bağlayan kasları hiç çalışmaz ve zaman içinde yer çekimine yenik düşer...

Bir çarpıcı örnek daha...
Genel görünüşleri bir birine benzeyen iki kişi düşünelim. İkisine de aynı genel bakımı yapalım. Saçları, giysileriyle... Bunlardan birisi hiç okula gitmemiş, bütün ömrünü küçük bir köyde, üç beş insan arasında geçirmiş olsun. Diğeri ise okumuş, son derece sosyal, geniş arkadaş çevresine sahip olsun...
Genel görünüşleri bir birlerine çok yakın hale getirilmiş dahi olsalar, bu iki insan arasındaki farkı derhal görürüz.
Hele ki bir kaç kelime söylemelerini istersek, bu fark daha da vurucu olarak görülür...
 İnsanların kullandıkları kelime sayısı bile, ağız kenarlarındaki kasların gelişimini etkiler.

İnançlarımız, kültürel düzeyimiz, karaterimizin keskin özellikleri ve daha pek çok niteliklerimiz yüzümüze aynen yansır...
Kısacası, ne kadar değiştirmeye çalışsak da esas "biz" tümüyle ortadayızdır ve karşımızdakiler bunu algılarlar.

İşin en hoş tarafı, bu bilgilere sahip olmasak bile, zihnimiz bu farkı derhal kavrar... Belki nasıl olduğunun adını koyamaz ama kesinlikle kavrar...

Şimdi çevrenizdeki insanlara daha bir dikkatli bakabilirsiniz... :)



14 Aralık 2013 Cumartesi







Bedenimizdeki pek çok ufak sakatlık veya deformasyon, sanıldığının aksine, küçük ama sürekli tekrarladığımız hareketlerle oluşur.
Elbette ani bir travma veya bir kaza, düşme sonucu da olabilir. Bu şekilde oluşan sakatlıklar ani olduğundan kişiler tarafından hemen üzerine gidilir ve gereken müdahale yapılır. Çünkü beden ağrıyla/acıyla imdat ister...
Düzenli ve sürekli tekrarlanan hatalı hareketler ise çok sinsi bir şekilde ilerler. İnsanlar farkına vardıklarında, geçmişi onlarca yıl geridedir artık.
Her zamanki önerimi bir kez daha tekrarlıyorum;; lütfen sürekli aynı elinizi/kolunuzu kullanmayın.
Bakın size bir kaç örnek; çok basit, sürahiden bardağınıza su koyarken, ya da çayınızı koyarken sürekli, sürahiyi veya çaydanlığı tuttuğunuz elinizin ters tarafına doğru eğildiğinizin farkında mısınız? Muhtemelen değilsiniz ama omurganız farkında...
O minicik ama sürekli eğilmeler zaman içinde omurganızın etrafındaki kasların dengesiz bir şekilde gelişmesine/zayıflamasına neden oluyor...
Herhangi bir yük taşırken de aynı şekilde, taşıdığınız yükün ters tarafına doğru eğilirsiniz. Eğer sürekli ağırlıkları aynı elinizle taşıyorsanız sonuç gene omurganızın çevresindeki kasların deformasyonu olacaktır.
Oysa bu işleri arada sırada dahi olsa ters elinizle yaptığınızda, omurganızın çevresindeki kasların dengeli bir şekilde çalışmalarını sağlamış olursunuz. Böylece de, ileride oluşabilecek deformasyonların önüne geçebilirsiniz.

Sürekli kullandığınız elinizin yerine, zaman zaman diğer elinizi devreye sokmanın bir diğer yararı zihin üzerindedir. Sürekli aynı elinizi kullanmanıza beyniniz o kadar alışmıştır ki bir iş yaparken bambaşka konuları düşünebilirsiniz. Bu da sizin zihinsel hızınızla gerçek zaman arasında büyük bir uçuruma neden olur. Telaş hali böyle bir durumdur.
Ciddi gerilim nedenlerinin başında, düşüncelerinizin hızının gerçek zamandan çok daha önde koşmasıdır.
İşlerinizde, diğer elinizi kullandığınızda zihinsel olarak alışık olmadığınız bir durum olduğundan mecburen dikkatinizi//düşünce hızınızı/ yaptığınız işe vermek zorunda kalırsınız. Bu da başka konuları düşünmenizi önler. Böylece de düşünce hızınız, gerçek zamanla aynı ritme döner. “An” ı yaşamış olursunuz... Küçük yada büyük bir stres kaynağından da uzak durmuş olursunuz...
Çok basit ama çok önemli sonuçları olan bu uygulamayı deneyin... İşe yaradığını göreceksiniz...

 

12 Aralık 2013 Perşembe

GÜNLÜK HAREKETLERİNİZİ EGZERSİZ HALİNE DÖNÜŞTÜRMENİN YARARLARI

 

Yok, yok... Telaşlanmayın... Size bunu önerecek değilim :)

Herhangi bir nedenle günlük egzersiz yapmanız öneriliyor ve bir türlü yapamıyorsunuz... Nedense hiç vaktiniz olmuyor, ev işleri çok zaman alıyor, sonrasında da bitkin oluyorsunuz vs.
Bu pek çoğunuza tanıdık geldi mi? :)
Her ne nedenle olursa olsun ( ister tedavi amaçlı, ister beden sağlığınızı korumaya yönelik) egzersiz yapmayı, günün belli bir saat dilimine sığdırmayı açıkçası ben çok doğru bulmuyorum. Zararlı mı? Elbette değil... Ama şöyle düşünelim; diyelim ki bir saat egzersizinizi yaptınız. Peki, uyku hariç, kalan en azından 15 saat bedeninizi ne şekilde kullanıyorsunuz?
Şunu bir kez daha tekrarlamakta yarar görüyorum, bir hareketin, duruşun, bir uygulamanın, örneğin diet yapmak gibi, etkili olabilmesi için düzenli ve sürekli yapılaması esastır. Tıpkı antibiotik kullanımı gibi... Örneğin bir gün saatlerce koşup/yürüyüp, sonrasında günlerce tümüyle hareketsiz kalmanın hiç bir yararı olmayacaktır. Oysa, her gün düzenli ve sürekli beşer dk.lık yürüyüş dahi çok daha yararlıdır.
İşte tam da bu nedenle benim önerim, egzersizleri günlük yaşamın içine almaktır...
Kendimden örnek vereyim. İleri derece skolyozum (omurganın yana doğru “S” şeklinde bükülmesi) ve ayrıca belimde 3 tane fıtık var. Bu nedenle eğer düzenli egzersiz yapmazsam çok ciddi ağrılarım oluyor. Bu durumda her gün bir saat egzersiz yapsam bile geri kalan saatlerde omurgamı zorlayacak şekilde hareket edersem o egzersizin de pek bir anlamı kalmayacaktır.
Ben de yıllardır, sabah kalktığımdan itibaren her bir hareketimi, işlerimi egzersiz haline dönüştürdüm. Böylece iki yönden rahat ettim. Herkese de bunu öneririm. Birinci neden, Çok uzun saatler boyunca egzersiz mahiyetindeki hareketleri yapıyor olmak, ikinci ve en büyük neden ise zihnin, “egzersiz yapma” sıkıntısından tamamen kurtulması.
Bu konu ile ilgili sorularınız olursa menuniyele yanıtlarım...
Sevgiyle, sağlıcakla...


8 Aralık 2013 Pazar



Bedeninizdeki her bir kasın kendi kapasitesi çerçevesinde, sürekli kullanılması esastır.
Bu hareketler, kasılma ve esneme şeklindedir.
Ancak günlük yaşam içinde, örneğin, sürekli aynı elimizi/kolumuzu kullanıyoruz değil mi? O zaman, en azından tehlikesiz basit işlerde diğer elinizi/ kolunuzu da devreye sokun...
Bununla beyninizde farklı şekilde çalışacaktır...

Hanımlar, Dirsek omuz arasındaki arka kaslarının(trceps) sallandığından şikayet ederler sürekli değil mi? Peki o zaman şöyle düşünelim, gün içinde kaç saat dirsekleriniz bükülü konumda? Yani triceps kasınız sürekli esnek ama hiç kasılmadan duruyor?
Demek ki o kasın da kasılmaya ihtiyacı var.
Buna çok basit bir deneme; kollarınızı düz olarak yukarı kaldırın. Avuç içleriniz birbirine baksın. Şimdi ellerinizi yumruk yapın ve dirsekleriniz kulaklarınızın yanında olmak kaydıyla dirseklerinizi bükün. Daha sonra tekrar yukarı uzatın ve sımsıkı gerin. Daha sonra bu harekete yarım lt.lik dolu pet şişelerle de yapabilirsiniz.
Bu verdiğim çok sık rastlanan bir şikayete örnekti...

Düşünün ki bedenimizde 600 den fazla kas var ve biz günlük yaşamımızda bunların yarısını bile tam kapasitede kullanmıyoruz.

Yüz kasları da buna ektir. Sonra botokslar peşinde koşuyoruz.
Yüz kaslarınızı da kendi ölçüsünde düzenli kullanırsanız sarkmaların önüne geçebilirsiniz...
Ayrıca çok önemli bir not; bedeninizi asla sadece estetik kaygıyla ele almayın... Bu size çok fazla stres yükler...
Sevgiyle, sağlıcakla...

30 Kasım 2013 Cumartesi








Bu resimdeki ayrıntıları görebiliyor musunuz...?

Tuhaf bir soru oldu, farkındayım :)

Sadece güncel olayları takip etmek, onlara, içinizden ya da dışınızda laf yetiştirmeye çalışmak, hızlı trenle yol alırken, manzarayı seyretmeye benzer...
Bir süre sonra hatırınızda sadece renkli çizgiler kalır...

Zamanla bir tür hipnoz etkisi oluşur...
Beyninizin, ayrıntıları görmeye görmeye, aralarında bağlantı kurma refleksi zayıflar...
Hani "koyun" gibi halk deriz ya... Cahil olmayanların bile bu duruma düşmelerindeki en büyük neden budur...

Lütfen kendinize zaman tanıyın...
Geçmişte sizin için önemli olan olayları, ara sıra masaya yatırın. Onlarla ilgili neden- sonuç ilişkileri kurmaya çalışın. Bu güne yansımalarını görün... Araştırın... Düşünün...

... ki beyniniz, zihniniz, hafızanız işlesin de, rüzgarın önündeki yaprak olmaktan vaz geçip, birey olun. Kendinize ait fikirleriniz, düşünceleriniz olsun...

Unutmadan, çocuklarınıza da bu yöntemi aktarmayı sakın ihmal etmeyin...



9 Ekim 2013 Çarşamba

Esnek düşünebilmek bizleri gerilimden ve buna bağlı pek çok kas gerginliğinden, dolayısıyla ağrılardan kurtardığı gibi gereksiz polemiklerden de korur...
En güzel örneğini günümüz siyasi ortamında görebiliriz.

Bizler refleks olarak bize yöneltilen, damarımıza basma amaçlı sorulara ve suçlamalara anında yanıt vermek ( kendimizi savunmak) eğilimindeyiz.
Böyle olunca da lafa laf gibi bir polemik zinciri başlamış oluyor, sinirler geriliyor, en önemlisi de enerjimiz boşa harcanıyor. Sinir bozukluğu, bunun getirdiği kafa karışıklığı, öfke de cabası...

Peki, ne yapmalı?
Bize bir soru yöneltiğinde, hatta hakaret edildiğinde, o anki anında cevap verme güdümüzü frenleyip, "bu, bunu neden sordu/söyledi" diye bir kaç saniye düşünebilirsek;

1) Karşımızdaki bizden ani cevap beklediği ve kendisini buna hazırladığı için onu bir boşluğa düşürmüş oluruz.

2) Muhtemelen o bir kaç saniye içinde, sorunun neden sorulduğu hakkında bir neden buluruz. Hakaret ise karşılaştığımız o zaten karşımızdakinin bize " seninle fikir mücadelesine benim aklım ermez. Elimden gelen budur" demesidir ki bu zaten herhangi bir tepkiyi gerektirmez. Bir aczin ifadesidir. Öyle ya, o kişi size küfür değil de "majesteleri" deseydi mutlu mu olacaktınız...?

3) Bu en kritik nokta... O soru veya o hakaretle tamamen ilgisiz, o kişinin özeline yönelik bir soru sormak... Ancak onu tahrik edici olmamasına özen gösterilmeli elbette...
İnanın bunu yaptığımızda karşımızdaki kişinin, tabir yerindeyse yumruğu boşa gidecektir...

Burada bir sinirlenen, öfkelenen birisi olacaktır ama bu siz olmayacaksınız... :)

Sevgiyle, sağlıcakla... 


Düşünsel esnekliğin getirileri.

 
 
 
Düşünce kalıplarımızı esneterek bedensel gerilimlerden kurtulabiliriz...
 
Bedenimizdeki bir çok ağrının kaynağının gerilim olduğunu artık hepimiz biliyoruz.
Ama tuhaf bir şekilde hep kendi dışımızdaki kaynakların gerilim yarattığını sanıyoruz. Trafik, iş yoğunluğu, ekonomik sıkıntılar vb. gibi...
 
Bunlar elbette sıkıntı verici durumlar. Ama bunları bile gerilim yaratmadan kabullenmek veya çareler üretmek mümkün...
Bir de kendi kendimize yarattığımız gerilim kaynakları var ki emin olun bunlar dış mihraklardan hem daha fazla, hem de çok daha etkili...
Bir kaç örnek: "El alem ne der?"düşüncesinin esiri olmak, "Evin bazı bölümlerini veya bazı eşyaları (hiç gelmemiş veya gelmeyecek olan) misafire saklamak, yaşlanmak ve hatta ölüme direnmek, hep "daha, daha" peşinde koşmak, kendi dışımızdakilerin ölçüleriyle sürekli yaptıklarımızı, davranışlarımızı değerlendirip, kendimizi eksik, yetersiz bulmak...
Örnekler o kadar çok ki...

Bu yazıyı okuyanlarınızdan pek çoğu muhtemelen "evet, doğru" diyeceksiniz. Haklısınız, kimsenin bilmediği bir şeyi ortaya atmıyorum. Böyle bir iddiam yok. Önemli olan, yaşamımızı karartan bu kendi yarattìğımız kaynaklardan kurtulmak.
Bunu yapabilmek çok kolay.
Yazarak düşünmek en etkili yol.
Deneyin, ne kadar kolay olduğunu göreceksiniz...

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Her türlü sıfattan uzak, sadece "ol"mak yeter...




Merhabalar...

Fark etmişsinizdir, pek çok insan, sürekli olarak karşılaştıkları kişilerle kendilerini kıyaslar durur...
Bu kişiler, "ben" sözcüğünü de çok fazla kullanırlar...
"Ben şunu şöyle güzel yaptım", "ben" şu konuda kimsenin ulaşamadığı başarıya(!) ulaştım gibi...

Hep üstün olma, başarılarını(!) ortaya koyma ve böylece de ne kadar önemli(!) olduklarını kanıtlama derdindedirler...

Bu kişilerin bir özelliği de dinleme özürlü olmalarıdır. Siz konuşurken, hiç ilgisiz yerlerde sözünüzü keserler, bambaşka bir konuya atlarlar veya yukarıdaki gibi hemen kendilerini karşılaştırarak, o konuda da ne kadar başarılı(!) olduklarını anlatmaya çalışırlar.
Eğer siz konuşurken anlık da olsa sustularsa, bu asla sizi gerçekten dinledikleri için değil, kendi sözlerini kafalarında hazırladıkları içindir...

Yazılarımı sürekli takip edenler bilirler, düşünsel esneklik, bedensel ve ruhsal esnekliği ve rahatlığı getirir. Bunun temel kaynağı da gereksiz gerilimden uzak durmaktır...
Zaten isteğimiz dışında pek çok neden, üzerimizde ciddi boyutta gerilim yaratırken ve bu gerilimler yüzeye çıkamadığı veya gereği yapılamadığı için ( gerilim, kaç ya da savaş komutudur. Kaçar ya da savaşırsak yani gereğini yaparsak zaten adı gerilim olmaz.) içimizde, pimi çekilmiş bir el bombası oluşur. Bu da, bütün enerjimizi sömürür. Bizi güçten düşürür...
Hal böyleyken neden durupdururken bir de kendi kendimize gerilim kaynakları oluştururuz ki?
Yukarıda söz ettiğim tarz kişiler, kendilerini sürekli olarak başkalarıyla kıyaslayıp, ne kadar üstün ve önemli olduklarını ispatlamaya çalışırlarken nasıl da kendi kendilerine gereksiz bir gerilim kaynağı yarattıklarını bir fark edebilseler.
Böyle kişilerin ayrıca bir düşmana hiç ihtiyaçları yoktur. İçlerinde, kendi oluşturdukları düşman kendilerini mahvetmeye yeter...
Böyle kişilerle karşılaşırsanız, en doğrusu uzak durmaktır...
Çünkü, bu tip kişilerle uzun süreli beraber olmakla farkına varmadan siz de gerilmeye başlarsınız...

Başarmak... Üstün olmak...
Bunlar aslında ne kadar gereksiz, saçma çabalar...

Sadece "ol"mak ne güzeldir aslında...

Sadelik, doğaya uyum, dinginlik, huzur, güven, yürek dolusu sevgi...

İşte sadece "ol"manın size sunacağı güzellikler

Bunu, en iyi tadına varanlar bilir...

Sevgiyle sağlıcakla...

21 Mayıs 2013 Salı

DİLLER_ KELİMELER_ VE ONLARIN ARDINDAKİLER












Lisanınızda bir kavram varsa, mutlaka zihninizde, yüreğinizde de o, var olduğu içindir...

Başka bir deyişle, zihninizde olmayan bir kavramı, lisanınıza almazsınız.
İnsan topluluklarının genel eğilimi budur...

Bir de insan topluluklarının çok sık kullandıkları kelimeleri, sevgi sözcüklerini, hakaret olararak kullandıkları kelimeleri  incelersek, o toplumun zihinsel, dolayısıyla genel anlamda duyguları konusunda ciddi bir fikir sahibi olabiliriz...
Küçük bir örnek: Hastalık sözcüğü neredeyse her dilde vardır ve olumsuz bir anlamı ifade eder. Bu kelimenin var olduğu tüm dilleri konuşan ülkelerde, dikkat edin, çok yaygın olarak bir sağlık endişesi ( dolayısıyla stresi) vardır. Bu ülkelerin insanları, bir yandan bu endişelerini gidermek için çılgınca çareler peşinde koşarlar, öte yandan, bu endişenin yarattığı stresten de kurtulmaya çalışırlar...




Oysa, Avustralya yerlileri, Aborjinlerin dilinde " hastalık" kelimesi yoktur... Onun yerine, farklılık diye çevirebileceğimiz bir kelime kullanırlar.
Bu doğayla bağını kopartmamış, doğanın gerçek anlamda parçası olan ve doğaya saygı duyan insanlar, bu kelimeyi kullanmayarak, diğerlerine göre (neredeyse mantra(*) haline gelmiş olan) bu olumsuzlukların hiç birisini yaşamıyorlar.
 


Yeryüzünde bütün canlıların ( bitkiler dahil) bir lisanı var... Bizler anlamadığımız, akıl erdiremediğimiz her şeyi yok saymakta pek mahiriz ya, buna inanamıyoruz ama var... kesinlikle var...

İşin ilginç yanı hiç bir canlı, insan dışında, bir diğerini "süs" amaçlı katletmiyor...

" süs" sözcüğü bir tek insanların lisanında /zihninde/ var...

Aynı insan, hiç utanmadan bir de bazı canlılara "vahşi" damgası vuruveriyor...

Zavallılar bilmiyorlar ki "vahşi" kelimesi/kavramı/, bir tek insanların lisanında /zihninde/ var...

Yüreğinde, zihninde vahşet duygusu taşımayanlar neden lisanlarına bu kelimeyi alsınlar ki...?

Eğer siz de, farkında olmadığınız duygusal yatkınlığınızı test etmek isterseniz, gün içinde sıklıkla tekrarladığınız kelimelere dikkat edin...
Bunun için bir arkadaşınızdan da yardım alabilirsiniz...
Çok ilginç sonuçlarla karşılaşabilirsiniz, hazırlıklı olun :)

 Sevgiyle, sağlıcakla... 

 

(*) Bir başka yazımda mantra kelimesinden söz edeceğim...

30 Nisan 2013 Salı

UNUTKANLIK- KAFA KARIŞIKLIĞININ BİR NEDENİ...





Edindiğiniz her yeni bilgi, ne kadar doğru olsa da önce zihninizde bir direnç oluşturur. Zihin alışkanlıklarından kolay kolay vaz geçmez çünkü.
Bu nedenle o bilgi üzerinde düşünmeli, araştırmalı ve uygulamaya geçerken de çok yavaş davranmalısınız ki zihniniz ikna olabilsin...
Siz üzerinde düşündükçe, araştırdıkça zihniniz o bilginin gerçekten size uygun olup olmadığını araştıracaktır... 
Eğer gerçekten uygun ise kendiliğinden kabul edecektir...
Hep savunduğum "kendiliğindenlik" burada da ortaya çıkıyor işte...
Eğer bu yolu denerseniz ve zihninizin yeni bilgileri kendiliğinden kabul etmesini sağlarsanız o konularda ...mış gibi yapmanıza da gerek kalmayacaktır. Çünkü o artık öz be öz sizin malınız olacaktır...
Yeni bir diet programı, sigarayı vb. bırakmak ve daha pek çok örnek verilebilir. En çok da şu meşhur "kendine yardım" kitapları için geçerli bir uygulamadır...
Aksi takdirde beynimizde bilgi hazımsızlığı ortaya çıkar ki bu da başta unutkanlık olmak üzere ciddi boyutta zihin karışıklığına neden olur...

5 Nisan 2013 Cuma

Hareket yaparak zayıflanmaz




Son zamanlarda sizlerden çok fazla "bize hareket önerin" diyen mailler alıyorum.
Ne yazık ki bunların çoğunluğu, "yaz geliyor, kışın yedik, içtik, kiloları aldık. Şimdi sen hareket göster de zayıflayalım" doğrultusunda...
Açıkçası içimden, " sen kendine sahip çıkamıyorsan bir başkası mı sana sahip çıkacak" demek geliyor...
...ki sadece mekik çekerek karın yağı erimez, sadece ağırlık kaldırarak, koşarak, vb. kilo verilmez... 

Yazılarımı düzenli takip edenler bilirler, ben hareket önermeyi tercih etmem...
Neden mi?
Tekrar anlatayım; Biz balerinler sürekli olarak çalışmalarımızı bir gözetmen eşliğinde yaparız... Bu, bale yapmayı bilmediğimizden mi?
Elbette hayır. Ama insan hareket yaparken pek çok hatasının farkına varmayabilir. Oysa karşıdan bakan bir göz her hatayı görür ve düzeltir...
Düşünün ki bu biz balerinler gibi yıllarını bedenini eğitmeğe adamış kişiler için bile böyleyken, belki de yaşamında günlük hareket dışında hiç bir özel çalışma yapmamış bir kişinin, sadece fotoğraf veya videoda gördüklerini aynen yapabilmesi mümkün değildir... Dahası, hiç istenmeyen pek çok rahatsızlığa yol açması büyük olasılıktır...

Ne yazık ki günümüz "para kazan da nasıl kazanırsan kazan" dünya görüşünde pek çok videolar, kitaplar, dergiler çeşitli hareketler önermekte. Bunu yaparken de insanların zaaflarına hitap etmeyi çok iyi becermektedirler. İlk baharda, kıştan kalma ( kalmaması çok mümkünken) kiloları öne çıkartıp, "nasılsa şu ara herkes zayıflama derdinde" düşüncesiyle satışlarını bir güzel arttırıyorlar...
Bu çabalar her yıl tekrarlanır durur... Sadece bu görsellerle kilolarından sağlıklı bir şekilde kurtulan ve bunu yıllarca sürdürebilen birisine rastladınız mı?
Ben rastlamadım...
Böyle düşünmemiz bile bu girişimlerin sahiplerinin cebini doldurmak dışında bize hiç bir yararı olmadığını gösterir. 

İşte bu nedenle hareket önermem.

Ama temel bir kaç duruş ve uygulama önerisinde bulunabilirim...

1) Bir rahatsızlığınız olsun ya da olmasın yatarken mutlaka önce yan dönüp, bedeninizin tüm ağırlığını yanınıza verdikten sonra sırt üstü dönmeniz. Kalkarken de gene ilk önce tüm ağırlınızı yanınıza verip, daha sonra doğrulmanız...
Özellikle bel fıtığı çekenler ister istemez bu şekilde yatıp kalkabilirler.  
(Bak. resim 1 ve 2)




2) Sırt üstü döndüğünüzde, özellikle akşam saatlerindeyse yani, tüm gün oturduğunuz veya ayakta durduğunuzdan dolayı, yer çekiminin etkisiyle omurlarınızın arasındaki diskler iyice ezilmişken, (bak.resim 3) mutlaka dizlerinizi bükün. 

(resim 3)
 Hatta daha da iyisi  dizlerinizi büküp birer birer ellerinizle tutmanızdır. ( iki dizinizi aynı anda tutmaya kalkmanız belinize çok fazla yük bindirir)  (bak.resim 4)


(resim 4)

Bu uygulamalar, eğer çok ciddi boyutta bir rahatsızlığınız yoksa tüm bedenin ana direği olan omurganızı, dolayısıyla da omurgadan çıkan sinirleri ve kan dolaşımınız rahatlatacaktır...

Sevgiyle, sağlıcakla...