ESNEK BİR DÜŞÜNCE SİSTEMİ İLE BEDENİNİZDEKİ GERİLİMLER AZALIR, KASLARINIZ, EKLEMLERİNİZ, OMURGANIZDAKİ AĞRILAR DA ORTADAN KALKAR

30 Kasım 2008 Pazar

SİGARA İÇMEK /NEDEN/ YASAK


AMA

NEDEN SERBEST?

Sevgili arkadaşlar bu konuya daha önce de değinmiştim, hatırlarsınız.

Baştan tekrar söyliyeyim asla sigara içmeyi savunmuyorum.

Sadece yapılan mantık hatasını ve bunun sonucuna vurgu yapmak istiyorum...

Aslında yukarıdaki resimlere bakınca çok da fazla bir söze gerek kalmıyor.

Eğer toplum yararına bir kural konulacaksa, kural koyucunun, diğer uygulamaları ile, koyduğu kural arasında bir çelişki olmaması gerekir.

İnsanoğlu doğal yapısı gereği "yasak"lara karşı tepkilidir.
Kural koyucunun, koyduğu kurallar ile uygulamaları arasında bir çelişki söz konusu ise bu kuralın uygulanmasını beklemek saflıık olur.
Sigaranın zararlarını bilmeyen var mı?
Her sigara içen kişi, neredeyse bir kitap yazacak kadar bunun zararları hakkında bilgi sahibi.

Kural koyucu, böyle bir yasağı, toplum sağlığını korumak amaçlı olarak ortaya koyuyor ise, dağıtılan kömürlerin dumanını ne şekilde yasaklamayı düşünüyor.
Kömür dumanının sigara dumanından bir kaç misli daha zehirli, canlılaraın yaşamını tehdit edici düzeyde olduğu bir gerçek iken...

SİGARA YASAĞI BERABERİNDE BUNUN DA ACİLEN YASAKLANMASI GEREKMEZ Mİ?
EĞER GERÇEKTEN HALK SAĞLIĞI DÜŞÜNÜLÜYORSA...

Araba egzoslarının, bebek arabalarında, hava alsın diye sokağa çıkartılan bebeklerin tam burunlarının hizasında olduğunu biliyormusunuz?



Peki, aynı kural koyucu, kamu araçlarının egzoslarını denetlemeye başlamayı ne zaman düşünüyor?

Bu soruların yanıtları, uygulama ile verilmeden sigara yasağının uygulanması nasıl mümkün olabilir?
Zorla uygulansa bile, sağlık açısından beklenen ( kural koyucu başta olmak üzere böyle bir beklenti olduğunu hiç sanmıyorum) sonuç alınır mı?




25 Kasım 2008 Salı

O İSTEDİ VE ALDI... http://www.blogger.com/img/blank.gifYA SİZ? YOKSA HALA AĞLIYOR MUSUNUZ?


Yeniden merhabalar,

İnsana yönelik katı düşünce kalıplarımızı gözden geçirmeyi sürdürelim isterseniz...

Her bir insanın ayrı bir dünya olduğunu öncelikle kabul edelim.

Kişilik yapısı, yetenekleri, tepkileri, kişisel değerleri, davranışları, istekleri, eğilimleri vb. ile her bir birey ayrı bir dünyadır.
Ama bir de insanların bir arada yaşama, aidiyet güdüleri sonucu oluşan toplumlar var.
Peki her bir birey bir dünya ise bu toplumlarda düzen nasıl sağlanır?
Hiç şüphe yok ki bunun için belli kurallar olmalıdır. Bu kurallar, çok kabaca, bir kişinin özgürlük sınırlarının , bir diğerinin sınırının başladığı yere kadar olduğu ilkesidir.
Peki şöyle bir çevrenize baktığınızda bunu görebiliyor musunuz?
Pek sanmıyorum.

Halkımızın genel eğilimimidir yoksa bir anlamda /adam sende/ciliği midir bilemiyorum ama bizim insanımız elinden geldiği kadar sorumluluktan kaçmaya çalışır.
O kadar ki, bizzat kişisel konularda dahi, para karşılığı sorumluluğu bir başkasına devretmek çok sık rastlanan bir olaydır.
Hayır arkadaşlar, bu böyle olmaz.

Tabi ki, hükümetler, devlet kurumları bir çok yasa, kural getireceklerdir ama toplum içindeki her bir bireyin de yurttaş olma sorumluluğunu bir an önce üstlenmesi gerekmektedir.
Sosyal gelişimin temeli buna dayanır. Yoksa en güzel kanunlar da yapılsa, en doğru, adil, demokratik kurallar da getirilse yurttaş olma sorumluluğunu taşımayan bireylerden oluşan toplumlarda, kargaşa, düzensizlik, ve bunların sonucu olarak genel stres hiç bir zaman bitmez. Tam tersine artarak sürer. Bu durumda adeta bir kanser hücresi gibi toplumu içten içe kemirir.

Peki yurttaş olma sorumluluğunu almak ne demektir?
Başlangıç olarak, tüm yönetim kademelerinin, tüm devlet kurumlarının varlık nedeninin; toplumun huzurunu, sağlığını, eğitimini, güvenliğini vb. sağlamak olduğunu bilmek, anlamak, kabul etmek gerek.
Yani devlet kurumları ve tüm yönetim kademeleri, halka hizmet için o makamlarda oturmaktadırlar. Dolayısıyla her bir bireyin de genel uygulamalar konusundaki memnuniyet ve şikayetlerini, yasalar çerçevesinde ilgili makamlara duyurma hakkı vardır.
Halk arasında çok güzel bir söz vardır "ağlamayan çocuğa meme yoktur".

Bu şikayetlerimizi yaparken yasalar çerçevesinde kalmak çok önemlidir. Çünkü aksi takdirde haklı iken haksız konuma düşmek gibi bir risk söz konusudur.
Özellikle son günlerde yaşanan ve toplumumuzun geniş bir kesimini olumsuz yönde etkileyen ekonomik sorunların yaşandığı dönemde, ard arda yapılan zamlarla ilgili, kapı aralarında, aile meclislerinde hepimiz konuşup duruyoruz değil mi? Ama bunun için kaçımız yasal yollara başvuruyor.
Hep birileri, bizim adımıza bir şeyler yapsın diye bekliyoruz. Üstelik beklerken de sürekli bizbize konuşarak büsbütün gerilim yarattığımızın farkında olmadan...

Bakın size çok güncel bir örnek; telekom, sadece bir kişinin dava açması sonucu, geçmiş 10 yıllık haksız yere alınan sabit ücretleri geri ödemeye mahkum edildi.
Bu haber gazetelerde, televizyonlarda söylendi durdu. Herkesin tek tek tüketici mahkemelerine bir fatura ile müracaat etmesi aynı iadeyi almaları için yeterli iken, kaç kişi buna baş vurdu dersiniz?
Peki, bir tek kişi mi bundan zarar görmüştü?
Siz başvurunuzu yaptınız mı?
İşte size en basit yurttaş olma sorumluluğu ile ilgili bir örnekti bu.

Siz yasalar çerçevesinde talep etmezseniz, hiç kimse size durupdururken arz etmez...
Böyle bir beklentiniz de son derece yersiz ve anlamsız olur.





23 Kasım 2008 Pazar

ÖĞRENMEYİ ÖĞRETENLERİN GÜNÜ KUTLU OLSUN




Merhabalar,

Bu gün öğretmenler günü...

78 yıl önce bu gün MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'E baş öğretmen ünvanı verildi...

Sayın Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bu anlamlı gün ile ilgili verdiği demeçte:

"Çok özel, çok yüce bir mesleğin sahibisiniz. Bedeli hiçbir maddi karşılıkla ölçülemeyecek kadar saygın. Sevgi ve fedakârlık mesleği..."

diyor ve demecini sürdürüyor.

Evet bu sözler çok doğru... Hele " değeri hiç bir maddi karşılıkla ölçülemeyecek" cümlesi çok daha doğru. Ama bu sözü günümüz koşullarına uyguladığımızda, öğretmenlerimizin pek çoğunun bu emsalsiz, değeri hiç bir maddi karşılıkla ödenemeyecek kadar yüce meslekleri ile kendilerini ve ailelerini doyuramadıkları görüyoruz.
Pek çok öğretmenimiz, pazarcılık, simitçilik, boya badana vb. pek çok ek iş yapmak zorunda kalıyorlar.

Bir arkadaşımız bana az önce gönderdiği bir mailde Sayın Bakanın bu sözlerini ilettikten sonra şöyle bir soru yöneltmiş: "öğretmen maaşlarında acaba değeri hiç bir maddi karşılıkla ödenemeyeceği için mi hiç bir maddi iyileştirme yapılmaz?"
Bu anlamlı ve ironik karşılıkğı sizlerle paylaşmak istedim.

Evet arkadaşlar, ATATÜRK'E neden baş öğretmen ünvanı verildi?
!928 yılında Osmanlıca harflerin kaldırılıp yerine latin alfabesinin kabul edilmesinin hemen ardında ATATÜR millet okullarının açılması talimatını verdi.
Amaç, tüm halkın yeni alfabeyi çok daha çabuk öğrenmesi idi.

Bakanlar kurulu 11 kasım 1928 günü yaptığı toplantıda Ata'ya Ulus Okullar Başöğretmenliği ünvanını verdi.
24 Kasım
ATATÜRK 'ün Millet Mektepleri Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür.

Hepimiz yukarıdaki satırları veya benzerlerini tarih kitaplarında okuduk.
Ama hiç bu satırların arkasında yaşananları, ATATÜRK'ÜN bakış açısını, bu okulları kurarken yaşadığı güçlükleri ve en önemlisi öğretmenlere verdiği önem ve değeri düşündük mü?

Düşünsel esnekliğimizi burada da devreye alma zamanıdır.

Bu olayı da ne yazık ki beynimizdeki diğer (kalıplaşarak anlamını yitiren) kalıpların yanına yerleştirmişiz.

Öğretmen demek, bilgiyi ezberleten değildir. Öğretmen her şeyden önce öğrenmeyi öğreten kişidir...

Bu oldukça zor ve meşakkatli bir iştir.
Dolayısıyla bu zorlu görevi yapacak kişilerin kendi yaşamlarında en azından geçim sıkıntısı gibi yaşamsal sorunları olmamalıdır. Çünkü kafası böylesi yaşamsal sorunla dolu bir kişi ne kadar istese de gerektiği kadar yararlı olmaz. Bu çok insani bir durumdur. Bu durumda olan hiç kimseye kızma hakkımız yoktur. Ama sonuçta bu endişeler içerisindeki öğretmenlerin okuttuğu öğrencilerin ( ki onların da çoğunluğu aynı endişeleri taşıyan ailelerdendir) gerçek anlamda kendilerini derslerine vermeleri, araştırmacı zekalarını geliştirmeleri, yaşama bakış açılarının sağlıklı olması mümkün müdür?

Bu gün onlu yaşlarda olan ve çocuk dediğimiz bireyler, 25 -30 yıl sonrasının yöneticileridir.
Yani bir anlamda 25- 30 yıl sonra nasıl yöneticiler istiyorsak, bu bireyleri de o yönde yetiştirmek zorundayız.
Peki bunu başarabiliyor muyuz?

Hayır ne yazık ki bu yapılamıyor.

Buradan öğretmenlik mesleğinde olmayan ama ülkesini vatanını seven ve CUMHURİYET DEĞERLERİNE sonuna kadar sahip çıkmaya karalı olanlarınıza bir önerim var. Lütfen bugünden tezi yok kendinizi öğretmen olarak görünüz ve çevrenizdeki yoksul öğrenci kardeşlerimizden en az birisinin eğitim anlamında sorumluluğunu üstleniniz. Emin olun ki bir çocuğa bir şeyler öğretebilmiş olmanın tadına vardığınızda bir daha kendinizi bundan alamayacaksınız.

TÜM ÖĞRENMEYİ, DÜŞÜNMEYİ ÖĞRETEN ÖĞRETMENLERİN BU ANLAMLI GÜNLERİNİ KUTLUYORUM...



Bu konu ile görüş ve düşüncelerinizi yorumlar kısımında veya mail yolu ile paylaşabilirsiniz.




15 Kasım 2008 Cumartesi

ÇOCUK EĞİTİMİ _ TOPLUMSAL GELECEK



Önceki yazımda yaptığım öneriye gösterdiğiniz ilgi için çok teşekkür ederim.

Bazı kişilerin, "bu sorunlu ortamda oyun hazırlamak da nereden çıktı" gibi yaklaşımları da olmuş.
Öncelikle bu yaklaşıma yanıt vermek isterim.

Siyaset, kültür, eğitim, ekonomi gibi konuların merkezi insandır.
Bu konularda bir sorun varsa, bu insanın sorunudur.

Yukarıda saydığım konularda bir sorun yaşanmaya başlandığında genel olarak yapılan yanlış, birey olarak insanı göz ardı etmektir.
Toplumu, sanki tek bir olguymuş gibi değerlendirme hatasına düşeriz.

Oysa toplum, bireylerden oluşur.
Dolayısıyla, her bir bireyin, zihinsel, bedensel sağlığı, eğitimi, yaşam felsefesinin düzeyi, o toplumun düzeyini belirler.

Bu nedenle bu anlamda yapılacak yatırımlar asla küçümsenmemeli.

Çocuklara yapılacak yatırım ise, o ülkenin geleceğini şekillendirir.
Toplumda beklenen, veya ihtiyaç duyulan bir değişim söz konusu ise, bunun bir anda olması beklenemez. Bu konuda hem fikir olunduktan sonra, uygulamada uzun bir sürece ihtiyaç vardır.
Çünkü insanın özelliklerinden birisi de alışkanlıklarından vaz geçmenin pek kolay olmadığıdır. İnsan ancak içine sinerse, aklına, mantığına yatarsa ve söz konusu değişimin yararına ikna olursa bunu kabul eder.

Evet, hepiniz gibi ben de ülkemizin yaşadığı sorunların bilincindeyim.
Kişisel olarak, bu sorunların temelden çözümünün, çocuklarımızın iyi bir eğitim ( öğretimden çok daha önemli olan) sürecinden geçmeleri olduğuna inanıyorum.

Bu oyun önerimi de bu nedenle yaptım.

Çağdaş (!) insanın giderek pasifleşmesi, akıl yürütmek yerine hazır kalıpları ezberlemesi, oturduğu yerden klavye tuşlarıyla tüm dünyayı ( hiç zahmetsiz) elinin altına alabilmesi, hayal gücü gibi beyni çalıştıran en önemli yetisini giderek yitirmesi, sözün özü, insan olma niteliklerini yavaş yavaş yitirmesi gelecek için ciddi bir endişe kaynağıdır.

Evet arkadaşlar, çocuklarımızın birer robot olmasını istemiyorsak, gerçek insani yetilerini güçlendirmek, insan gibi insan olmalarını istiyorsak bir şeyler yapmalıyız.

Unutmayalım; bu gün çocuk dediklerimiz, 30 yıl sonrasının yöneticileridir...







Tekrar merhabalar...

Kapitalizm ile ilgili yazıdığım yazılara göstermiş olduğunuz ilgi ve mailleiniz için hepinize çok teşekkürler.
Elimden geldiği kadar tüm mailleri yanıtlamaya çalıştım.
Özellikle pek çoğunuz Kapitalizm ve çocuk yazım üzerinde yoğunlaşmışsınız. Bu açık söyleyeyim çok hoşuma gitti.
Evet her birimizin bu konuda yapabileceğimiz çok fazla şey var.

Her zaman söylediğim gibi oturduğumuz yerden, olan bitenlere vah vah! demekle hiç bir sorun çözülmez. Her birimizin mutlaka bu konuda yararlı olabileceği alanlar vardır. Her şeyden önce tüm yurttaşlarımızın, yaptıkları işi, en iyi şekilde yapmaları yolun yarısını aşmak anlamına gelir.

Çocuklarımızın zihinlerinin bulanmaması, onların doğa ile barışık ve doğanın bir parçası olarak var olduklarını bilmeleri çok önemlidir.

Kapitalizm ve çocuk başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, çocuklara ulaşmanın yolu ilk baştan oyundan geçer. Çocuklar ilk öğrenimlerini oyun ile alırlar.


Şimdi sizlerden çocuklarımızın benliklerinden uzaklaşmadan, üretmeyi öğrenmeleri, kişiliklerini geliştirebilecekleri ve araştırmacı olmaları için bir oyun yaratmanızı rica ediyorum...


Bunu bir yarışma şekjlinde düzenlemeyi ve kazananlara ödüller verebilmeyi çok arzu ederdim. Ama eminim ki, böylesi bir çabayı ödül uğruna değil, sadece vatanımızı emanet edeceğimiz gençliğin yetişmesinde bir katkı olarak değerlendirecek ve bunun onurunu, en büyük ödüle değişmeyecek pek çok yurttaşımız vardır...

Evet dostlar çalışmalarınızı bekliyorum...

9 Kasım 2008 Pazar



Sevgili ATA'M

Binlerce milyonlarca kez özür dilerim senden ki, senin bu mucizene,

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NE tüm yüreğim/iz/le sahip çıkmak için verdiğim/iz/ mücadelemi/zi/ sürdürmekteyim/z/... Ama yetmedi ATA'M...

Biliyorum yapılacak daha çok iş var...

Sana söz veriyorum/z/,
gücümü/z/n sonuna kadar bu büyük, mirasını, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ, koruyup, kollayıp, bunun değerini her bir yurttaşım/ız/a tek tek anlatıncaya kadar mücadelem/z/i sürdüreceği/z/m...

SEN RAHAT UYU...

6 Kasım 2008 Perşembe

KAPİTALİZM VE DOĞA



Sevgili arkadaşlar,

Düşüncelerimizi esnetmek, dolayısıyla yaşama sabit kalıplarla değil daha gerçekçi şekilde bakabilmemiz için düşünsel esneklik konusundaki yazılarımı sürdürüyorum...

Bu gün gene kapitalizmi ele alacağım. Bu sefer kapitalizm doğa ilişkisine bir göz atalım...
Tahmin edersiniz ki bu konu çok geniş kapsamlı.
O nedenle ilkesel bakışı açısından ele alıp, bir iki örnek vereceğim sadece...

Daha önceki yazılarımda, kapitalizimn temelinin "para eşittir güç" ilkesine dayandığını söylemiştim.
Bu temel çıkış noktasına bir de insanoğlunun baş edilmez hırsı da eklenince, sınırsız ve yok edici bir tüketime doğru yol alınmasında şaşılacak bir şey yoktur.

DOĞA İLE KAPİTALİZM ASLA BAĞDAŞMAZ.

Siz bakmayın günümüzde doğallık, organik tarım gibi kavramları kullandıklarına...

Doğanın kuralları arasında tüketmek yoktur.
Doğada dönüşüm vardır.

Oysa kapitalizm tüketmeye dayanır. Gücünü buradan alır.

Tüketmek, tüketilenin yerine konulmasını gerektirir.

Ama eğer tüketilen doğa ise ( ki kapitalizm bunu kesinlikle umursamamaktadır) asla yerine konulamaz.

Bir iki örnek vermek isterim.
Bir zamanlar hatırlayacaksınız, içeceklerin ambalajları için depozito uygulaması vardı.
İlk satın alındığında, ambalaj için belli bir para ödenirdi. Daha sonra ambalajı boş olarak teslim edildiğinde bu para geri alınırdı.
Şimdi ise modernleştik ya(!) böyle gereksiz işlere ayıracak vaktimiz yok. O nedenle tüm ambalajlar artık depozitosuz. Üstelik tamamına yakını doğada yok olamayacak materyallerden yapılmakta. Her seferinde onları içlerindekini bitirdikten sonra atıveriyoruz.
Önceki uygulama ile hem doğal kaynaklardan (cam gibi) tasarruf edilmekte, hem de gereksiz ambalaja harcanacak paraları çok daha yararlı işlerde kullanmak mümkündü.

Günümüzde ise, bu tasarruf yöntemleri /demode/ oldu, ortadan kalktı ve yerine;
/ /yeter ki cebimize daha çok para girsin de varsın doğal kaynaklar yok olsun, varsın doğa çözünemeyen maddelerin mezarlığı haline gelsin/ görüşü hakim oldu...


Bir yıl içinde sadece içeceklerin ambalajında kullanılan para ile ne kadar temiz içme suyu ihtiyaç sahiplerine ulaştırılabilir biliyor musunuz?

Bir çarpıcı örnek daha;
Sadece ABD de, bir yıl içinde, çocuklara alınan hediyelerin ambalajına harcanan para ile kaç tane aç çocuk doyurulur hiç düşündünüz mü?
Lütfen değerli arkadaşlar, bu örnekleri gerçekten, samimiyetle düşünce, mantık süzgeçinizden geçiriniz ve gereğini yapınız.
Bizler sadece doğanın bir parçasıyız. Buradan başka yaşam mekanımız da yok. Benden sonra tufan demeye kimin hakkı var?

Bir Kızılderili atasözü der ki;
SONUNDA BEYAZ İNSAN DA PARANIN YENMEYECEĞİNİ ANLAYACAKTIR.

Doğanın kendi içinde bir ritmi, ve yenilenme, dönüşüm sistemi vardır.
Doğa varlığını ancak bu sistemin sürekli işlemesi sayesinde sürdürebilir.
Herşeye gücü yeten günümüz insanı (!) bu sisteme el attıktan sonra doğa yavaş yavaş yok olma sürecine girmiştir.

Kendi bindiği dalı kesecek kadar para ile gözü dönmüş insanoğlu bunca para ile ne yapacaklardır çok merak ediyorum.
Onlara bir önerim var; hazır vakit varken kendilerine şöyle anlı şanlı mezarlar yaptırsınlar. Çünkü günü geldiğinde gömülecek toprak bulmaları çok küçük bir olasılık.

Hepinize sağlıklı bir doğada yaşamak dileklerimle...






2 Kasım 2008 Pazar

KAPİTALİZM VE ÇOCUK

ÜRETMEYİ ÖĞRENEN ÇOCUK
PASİFLEŞEREK, TÜKETMEYİ ÖĞRENEN ÇOCUKLAR



Bu yazımda da kapitalizm konusunu sürdürüyorum.

Öncelikle gelen maillerinizden anladığım kadarıyla kapitalizmi bu kadar yerdiğim için acaba karşıtı olan sosyalizmi mi savunduğumu soruyorsunuz.

Ne yazık ki bu soruyu yöneltmeniz bile düşünsel olarak nasıl kalıplar içinde düşündüğümüzün bir örneğidir.
Bize öyle öğretildi ya (!), bir şeyi yeriyorsan / birilerinin onun karşıtı olarak beynimize pompaladığı/ diğer görüşü savunuyorsun demektir..

Hayır efendim böyle bir şey yoktur.

Sizleri rahatlatacaksa kendi görüşümü söyliyeyim,

Ben doğal döngüye inanıyorum. bunun dışında,
...izm ler içinde bir tek KEMALİZM benim için geçerlidir.
Çünkü insan içindir, asla insanın parçası olduğu doğayı alt etmek gibi bir görüşü yoktur,
Çünkü, insani olan tüm değerlere saygılıdır,
Çünkü, bilimselliğe verdiği değer ile inançlara, içsel duygulara verdiği değer eşittir.
Çünkü temeli tüketmeye, yok etmeye değil üretmeye dayalıdır...

Bilirsiniz, her ideoloji, her düşünce modeli, her sistem ileriye dönük olarak yatırım amacıyla gözlerini çocuklara dikmişlerdir.
Çünkü çocukların beyinleri tertemiz, henüz içgüdüleri derinlere gömülmemiş olduğu için onların beyinlerine işlemek çok kolaydır. Üstelik temelde farklı bir görüşleri de olmadığından sıfırdan istenilen görüş, ideoloji, sistem onların beyinlerine kaydedilir. Böylece de gelecekte bu görüş, sistem veya ideolojinin bir neferi olarak yetiştirilirler.
Gelecek bir anlamda böylelikle garantiye alınmış olur.

Ancak bu yöntemi uygulayanların gözlerinden kaçan çok önemli bir nokta vardır. O da şudur ki, iç güdülerimiz her ne kadar, sonradan edinilmiş bilgilerin altında derinlere gömülseler de asla yok olmazlar.
Bu iç güdüler, yıllar sonra bile bir kere su yüzüne çıktığında, sonradan edinilmiş bilgilerle eğer bir karşıtlık var ise, kişinin içinde bir çatışma başlar.
Ve bu çatışmanın sonucunda içgüdüler galip gelir. Çünkü onlar insanın doğanın bir parçası olması nedeniyle insan beyninde vardırlar.

Dolayısıyla insanın dönüp dolaşıp geleceği yer gene doğadır. Yani ait olduğu / her ne kadar alt etmeye çalışsa da/ doğadır.

Şimdi gelelim kapitalizmin çocukları ne şekilde ele aldığına.
Önceki yazımda da söz ettiğim gibi kapitalizm, sadece bir gurup üst (!) kişilerin çıkarları için her an daha çok tüketmeye dayalıdır.

Tüketmek yok etmek demektir.

Daha çok para için doğayı tüketmek,
Daha çok para için doğal kaynakları yok etmek
,
Daha çok para için, doğanın döngüsünü bozmak,

Daha çok para için insani olan değerleri yok etmek,

Daha çok para için duyguları, vicdanı, sevgiyi yok etmek

Ve daha sayamayacağım benzer değerleri yok etmek kapitalizmin /amaç olarak dile getirilmese de/ sonucudur.

Şimdi kapitalizmin, çocukların beyinlerini nasıl ele geçirdiğine bakalım.
Çocukların temel eğitimleri oyunlarla başlar. Kapitalizm bu konuya çok çabuk el atmıştır. Bilgisayar yaygınlaşmadan önce televizyonlardaki çizgi film gibi etkinliklerle önce çocukları oturarak, hayal güçlerini sıfırlayarak pasifleştirmeyle işe başlamıştır.

Ekran karşısında bu şekilde oturmaya alışanlar bilgisayarın yaygınlaşmasıyla çeşitli oyun / adı altında, kurnazca hazırlanmış/ oyunlarla büsbütün pasifleşirken çok daha tehlikeli bir durum da beyinlerine pompalanmaktadır.
Bu çok tehlikeli durum ise oyunların temeli olan / yok et kazan/ ilkesidir.

Evet lütfen bir düşününüz, günümüzde her yaştakilere yönelik tüm oyunlarda ancak yok ettikçe puan kazanırsınız.

Bu size tanıdık geldi mi?
Evet, haklısınız bu yaklaşım, başta da söz ettiğim gibi, kapitalizm temeli olan tüketmeye yok etmeye dayalıdır.

Siz hiç ürettikçe puan kazanılan bir oyun biliyor musunuz?

Bu tarz oyunlarla, acımasızca yok etmek çocukların bilinç altlarına, / yok edersen kazanırsın/ şeklinde yerleştirmektedir.

Her ne kadar o oyunlarda yok edilenler renkli kutular, balonlar gibi masum imgelerse de, amaç yok et kazan ilkesidir.
Kaldı ki, bu oyunların için de yok etme ile ilgili çok daha tehlikelileri de vardır.

Sevgili arkadaşlar bir sonraki yazımda, tüm bunlara karşı neler yapabiliriz konusundaki görüşlerimi paylaşacağım...

Bir rica ile yazımı bitiriyorum
Gece yatmadan önce kendi kendinize sorun
/ bu gün ne ve ne kadar ürettim? Buna karşılık neyi ve ne kadar tükettim?/